keza, muhtelif cihazatımın lisanıyla istenilen enva-ı
hacatımın hepsi için, bütün esma-i Hüsnanın müsem-
ması olan, beni yediren ve içiren ve terbiye ve tedbir
eden ve benimle konuşan, celâli her şeyden nihayetsiz
derecede yüce olan ve lütuf ve ihsanı her şeyi kuşatan
İlâh’
ım ve
Rabbim
ve
Hâlık’
ım ve
Musavvir’
im bana ye-
ter.
DörDÜNCÜ NÜKTE:
Benim suretimi ve emsalim olan zîhayatların suretleri-
ni basit bir sudan lâtif sanatıyla ve her şeye nüfuz eden
kudreti ve hikmetiyle ve her şeyi her şe’niyle ihata eden
rububiyetiyle açan zat, bütün metalibim için bana yeter.
keza, beni inşa eden, kulağımı ve gözümü açan, cis-
mime lisanımı ve kalbimi derç eden, vücuduma ve ciha-
zatıma, rahmet hazinelerinin çeşit çeşit müddeharatını
tartacak hesapsız mizanlar yerleştiren ve keza lisanıma
ve kalbime ve fıtratıma, esmasının çeşit çeşit definelerini
anlamaya yarayacak hesapsız hassas aletler yerleştiren
zat, benim bütün makasıdıma yeter.
keza, bana bütün enva-ı nimetini ihsas etmek ve ek-
ser tecelliyat-ı esmasını tattırmak için, celîl ulûhiyetiyle
ve cemîl rahmetiyle ve kebir rububiyetiyle ve kerîm re’fe-
tiyle ve azîm kudreti ve lâtif hikmetiyle benim küçük ve
hakir şahsımda ve zayıf ve fakir vücudumda bu aza ve
Şualar
d
ördÜncÜ
Ş
ua
| 155 |
RİSALE-İ HASBİYE
kerîm:
ihsan ve ikramı bol olan
Allah.
keza:
böyle, böylece; bu da öyle,
aynı şekilde, öylece.
kudret:
güç, kuvvet, iktidar.
lâtif:
güzel, hoş.
lisan:
dil.
lütuf:
güzellik, hoşluk, iyilik, ih-
san.
makasıd:
maksatlar, gayeler.
metalip:
talep olunan, istenen
şeyler, istekler, arzular.
mizan:
terazi, ölçü.
muhtelif:
türlü türlü, çeşitli.
Musavvir:
yarattıklarını istediği sı-
fat ve seçtiği-maddî, manevî-su-
rette yaratan; Allah.
müddeharat:
müddehar olanlar,
biriktirilmiş şeyler.
müsemma:
isimlendirilmiş, ad ve-
rilmiş.
nihayetsiz:
sonsuz, sınırsız.
nüfuz:
geçerli, cari olma.
nükte:
ince manalı, düşündürücü
söz.
rab:
besleyen, yetiştiren, verdiği
nimetlerle mahlûkatı ıslah ve ter-
biye eden Allah.
rahmet:
şefkat etmek, merhamet
etmek, esirgemek.
re’fet:
esirgeme, koruma, acıma,
merhamet, şefkat etme.
rububiyet:
Cenab-ı Hakkın her za-
man, her yerde, her mahlûka muh-
taç olduğu şeyleri vermesi, onu
terbiye etmesi ve idaresi altında
bulundurma vasfı.
suret:
biçim, tarz, görünüş.
şe’n:
iş.
tecelliyat-ı esma:
isimlerin tecel-
lileri, Cenab-ı Hakka ait isimlerin
kâinat ve mahlûkat üzerinde gö-
rülen tecellileri, tezahürleri.
tedbir:
idare etme, çekip çevir-
me.
terbiye:
besleyip büyütme, yetiş-
tirme.
ulûhiyet:
ilâhlık, Allah’ın hâkimi-
yeti ile kâinattaki her şeyi kendi-
sine ibadet ve itaat ettirmesi.
vücut:
beden, varlık.
zat:
azamet ve ululuk sahibi olan.
zîhayat:
hayat sahibi.
alet:
vasıta.
azîm:
büyük, yüce, ulu.
celâl:
nihayet derecede bü-
yüklük, azamet, ululuk.
celîl:
celâl sahibi, büyük, ulu.
Cemîl:
güzellik sahibi olan zat,
Allah.
cihazat:
cihazlar, kendilerine
ihtiyaç duyulan maddî mane-
vî aletler.
define:
kıymet ve değeri yük-
sek olan şey, hazine.
derç:
toplama, bir araya ge-
tirme.
ekser:
pek çok.
emsal:
eşler, benzerler.
enva-ı hacat:
türlü türlü ihti-
yaçlar.
enva-ı nimet:
nimet çeşitleri,
türleri.
esma:
adlar, isimler.
Esma-i Hüsna:
Allah’ın adları,
Allah’ın doksan dokuz güzel
ismi.
fıtrat:
yaratılış, tabiat, mizaç,
huy.
hakir:
aşağı, adî, bayağı.
Hâlık:
yoktan yaratan, her şe-
yi yoktan var eden, yaratıcı;
Allah.
hazine:
zengin ve değerli kay-
nak.
hesapsız:
sınırsız, sonsuz.
hikmet:
İlâhî gaye, gizli se-
bep.
ihata:
kuşatma, içine alma.
ihsan:
bağışlama, ikram et-
me, lütuf.
ihsas:
beş duyu hassasıyla his-
setme, duyma.
İlâh:
kendisine ibadet edini-
len tapınılan Ma’bud, Allah.
inşa:
vücuda getirme, yarat-
ma.
kebir:
büyük, ulu, yüce.