kâinat, hayalime camit, ruhsuz, meyyit, boş, hâlî, müthiş
bir cenaze göründü. geçmiş zaman dahi bütün bütün
ölü, boş, meyyit, müthiş tahayyül edildi. o hadsiz mekân
ve o hudutsuz zaman, karanlıklı bir vahşetgâh suretini al-
dı.
Ben, o hâletten kurtulmak için, namaza iltica ettim.
teşehhütte,
(1)
o
äÉs
«p
ës
àdn
G
dediğim zaman, birden kâinat
canlandı, hayattar, nuranî bir şekil aldı, dirildi; Hayy-ı
kayyum’un parlak bir âyinesi oldu. Bütün hayattar ecza-
sıyla beraber, hayatlarının tahiyyelerini ve hedâyâ-i ha-
yatiyelerini daimî bir surette zat-ı Hayy-ı kayyum’a tak-
dim ettiklerini ilmelyakin, belki hakkalyakin ile bildim ve
gördüm.
sonra
(2)
t
»p
Ñs
ædG Én
¡ t
`jn
G BÉ n
j n
?r
«n
?n
Y o
?n
Ó°s
ùdn
G
dediğim vakit, o hu-
dutsuz ve hâlî zaman, birden resul-i ekrem Aleyhissalâ-
tü Vesselâmın riyaseti altında, zîhayat ruhlar ile vahşet-
zar suretinden ünsiyetli bir seyrangâh suretine inkılâp
etti.
İkinci sual:
teşehhüt ahirinde,
n
âr
«s
?°n
U Én
ªn
c m
ós
ªn
?o
p
?'
G '
¤n
Yn
h m
ós
ªn
ëo
e '
¤n
Y pq
?°n
U -n
G
(3)
n
º«/
gGn
ôr
Hp
G p
?'
G '
¤n
Yn
h n
º«/
gGn
ôr
Hp
G '
¤n
Y
’deki teşbih, teşbihlerin kaidesine uygun gelmiyor. Çün-
kü, Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm, İbrahim Aley-
hisselâmdan daha ziyade rahmete mazhardır ve daha
büyüktür. Bunun sırrı nedir? Hem, bu tarzdaki salâvatın
teşehhütte tahsisinin hikmeti nedir? Aynı dua, eski
Şualar | 165 |
a
lTıncı
Ş
ua
hediyeleri.
hikmet:
İlâhî gaye, gizli sebep.
hudutsuz:
sınırsız.
ilâh:
kendisine ibadet edinilen ta-
pınılan Ma’bud, Allah.
ilmelyakin:
ilim yoluyla kesin ola-
rak bilme.
iltica:
sığınma, güvenme, dayan-
ma.
inkılâp:
bir hâlden başka bir hâle
geçme, değişme, dönüşme.
mazhar:
nail olma, şereflenme.
meyyit:
ölmüş, ölü.
müthiş:
dehşet veren, ürküten,
dehşetli, korkunç.
nuranî:
nurlu, ışıklı, parlak, mü-
nevver.
peygamber:
Allah tarafından ha-
ber getirerek İlahî emir ve yasak-
ları insanlara tebliğ eden elçi, ne-
bî.
rahmet:
şefkat etmek, merhamet
etmek, esirgemek.
riyaset:
reislik, başkanlık.
ruh:
dirilik kaynağı, hayatın te-
meli ve sebebi olan manevî var-
lık.
salâvat:
Hz. Muhammed’e rahmet
ve esenlik dileme, salât ve selâm
etme.
seyrangâh:
seyir yeri, eğlence ve
gezme yeri.
sır:
gizli hakikat.
suret:
biçim, tarz, görünüş.
şahadet:
şahit olma, şahitlik, ta-
nıklık.
şekil:
dış görünüş, biçim.
tahayyül:
hayale getirme, haya-
linde canlandırma.
tahiyye:
namazın ikinci ve son
rekâtlarındaki oturuşlarda okunan
ettahiyyatü duası; selâm, dua.
tahsis:
has kılma, ayırma.
takdim:
arz etme, sunma.
tarz:
biçim, şekil.
tesbihat:
tesbihler, Cenab-ı Hak-
kın bütün noksan sıfatlardan uzak
ve bütün kemal sıfatlara sahip ol-
duğunu ifade eden sözler.
teşbih:
benzetme.
teşehhüt:
namazda her oturuşta
tahiyyat duasını okuma ve bu du-
ayı okuyacak kadar oturma.
ünsiyet:
alışkanlık, ülfet, dostluk.
vahşetgâh:
yalnızlık yeri, korku
veren yer, ıssız yeri.
vahşetzar:
yabanî, ıssız yer.
zat-ı Hayy-ı Kayyum:
varlığı, diri-
liği her an için olup gökleri ve
yerleri her an için tutan; her şeye,
her hususta iktidarı yeten zat, Al-
lah.
zîhayat:
hayat sahibi.
ziyade:
çok, fazla.
ahir:
son.
aleyhissalâtü vesselâm:
‘sa-
lât ve selâm onun üzerine ol-
sun’ anlamında Hz. Muham-
med’e dua.
âyine:
ayna.
camit:
ruhsuz, cansız.
daimî:
sürekli, devamlı.
ecza:
cüzler, parçalar, kısım-
lar.
ehl-i beyt:
bir zatın soyundan
gelme ve onun neslinden ol-
ma.
fıtrî:
tabiî, yaratılıştaki, doğuş-
tan olan.
hadsiz:
sınırsız, sonsuz.
hakkalyakin:
imanî mesele-
lerin hakikatini tam olarak an-
lama.
hâlet:
hâl, durum.
hâlî:
tenha, boş, ıssız.
hayattar:
canlı, yaşayan.
Hayy-ı Kayyum:
her hususta
iktidarı olan, her canlıya ha-
yat veren ve onları ayakta tu-
tan, Allah.
hedâyâ-i hayatiye:
hayatın
1.
Bütün canlıların hayatları boyunca yaptıkları tesbihat ve fıtrî hediyeler.
2.
Selâm olsun sana ey Peygamber!
3.
Allah’ım! İbrahim ve İbrahim ehl-i beytine rahmet ettiğin gibi, Muhammed’e ve Muham-
med’in Ehl-i Beytine de rahmet eyle. (Buharî, Enbiya: 10.)