o kafileye; ve
(1)
n
Ú
u
dBÉ° s
†dG n
’n
h r
ºp
¡ r
«n
?n
Y p
܃ o
°†r
¨n
Ÿr
G p
ô r
«n
Z
muarızla-
rına bakıyor. Burada beyan ettiğimiz nükte ise, Fati-
ha’nın ahirinde daha zahirdir.
Üçüncü Ci het
: Bu kadar tekrar ile, kat’î verilecek
olan bir şeyin vermesini istemesinin sırr-ı hikmeti şudur:
İstenilen şey, meselâ
Makam-ı Mahmud
bir uçtur; pek
büyük ve binler
Makam-ı Mahmud
gibi mühim hakikat-
leri ihtiva eden bir hakikat-i azamın bir dalıdır ve hilkat-i
kâinatın en büyük neticesinin bir meyvesidir. Ve ucu ve
dalı ve o meyveyi dua ile istemek ise, dolayısıyla, o ha-
kikat-i umumiye-i uzmanın tahakkukunu ve vücut bulma-
sını; ve o şecere-i hilkatin en büyük dalı olan âlem-i bâ-
kînin gelmesini ve tahakkukunu; ve kâinatın en büyük
neticesi olan haşir ve kıyametin tahakkukunu; ve dâr-ı
saadetin açılmasını istemektir. Ve o istemekle, dâr-ı sa-
adetin ve cennetin en mühim bir sebeb-i vücudu olan
ubudiyet-i beşeriyeye ve daavat-ı insaniyeye kendisi dahi
iştirak etmektir. Ve bu kadar hadsiz derecede azîm bir
maksat için, bu hadsiz dualar dahi azdır. Hem, Hazret-i
Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâma
Makam-ı Mahmud
verilmesi, umum ümmete şefaat-i kübrasına işarettir.
Hem, o, bütün ümmetinin saadetiyle alâkadardır. onun
için, hadsiz salâvat ve rahmet dualarını bütün ümmetten
istemesi, ayn-ı hikmettir.
(2)
oº«/µn`?r G oº«/?n©rdG nârfnG n?sfpG B É 'ænà rªs?nY Éne s’pG B É 'æ nd nºr?pY '’ n?nfÉn
ërÑ
°o
S
* * *
ahir:
son.
alâkadar:
ilgili, ilişkili, münasebet-
li, bağlı.
âlem-i bâkî:
sonsuz olan ahiret
âlemi.
ayn-ı hikmet:
tamamen faydalı
ve gayeli, hikmetin tâ kendisi.
azîm:
büyük, yüce, ulu.
beyan etmek:
açıklamak, bildir-
mek, izah etmek.
Cihet:
yön.
daavat-ı insaniye:
insanın yap-
mış olduğu dualar.
dâr-ı saadet:
saadet, mutluluk ye-
ri, Cennet.
dua:
Allah’a yalvarma, niyaz.
gazap:
kızgınlık, hiddet, öfke.
hadsiz:
sınırsız, sonsuz.
hakikat:
gerçek, esas.
hakikat-i azam:
büyük hakikat,
gerçek.
hakikat-i umumiye-i uzma:
her
şeyi kapsayan en büyük umumî
gerçek.
haşir:
kıyametten sonra bütün in-
sanların bir yere toplanmaları, Al-
lah’ın ölüleri diriltip mahşere çı-
karması.
hikmet:
İlâhî gaye, gizli sebep.
hilkat-i kâinat:
kâinatın yaratılışı.
ihtiva:
içine alma, kapsama.
iştirak:
ortak olma, ortaklık et-
me.
kâinat:
yaratılmış olan şeylerin
tamamı, bütün âlemler, varlıklar.
kat’î:
kesin, şüpheye ve tereddü-
de mahal bırakmayan.
Kıyamet:
bütün kâinatın Allah ta-
rafından tayin edilen bir vakitte
yıkılıp mahvolması.
Makam-ı Mahmut:
en yüksek şe-
faat makamı, Peygamberimizin
(asm) kavuşacağı, Allah tarafından
vaat edilen makam.
maksat:
gaye.
meselâ:
örneğin.
muarız:
muhalefet eden, karşı çı-
kan, muhalif.
mühim:
önemli, ehemmiyetli.
nimet:
lütuf, ihsan, bağış.
nükte:
ince manalı, düşündürücü
söz.
rahmet:
şefkat etmek, merhamet
etmek, esirgemek.
saadet:
mutluluk.
salâvat:
Hz. Muhammed’e rahmet
ve esenlik dileme, salât ve selâm
etme.
sebeb-i vücut:
varlık sebebi, bir
şeyin var olma nedeni.
sırr-ı hikmet:
hikmet sırrı, herke-
sin bilmediği gizli sebep.
şecere-i hilkat:
yaratılış ağacı.
şefaat-i kübra:
en büyük şe-
faat; en yüksek şefaat maka-
mı.
tahakkuk:
gerçekleşme, delil
ile ispat edilme, kesinleşme.
tenzih:
Allah’ı şanına lâyık ol-
mayan şeylerden, her türlü
eksik ve noksandan uzak ve
yüce tutma, münezzeh say-
ma.
ubudiyet-i beşeriye:
insanla-
rın ibadet ve kullukları.
umum:
bütün.
vücut:
var olma, varlık.
1.
Kendilerine gazap ettiklerinin ve yoldan sapmışların yoluna değil. (Fatiha Suresi: 7.)
2
. Seni her türlü noksandan tenzih ederiz. Senin bize öğrettiğinden başka bizim hiçbir bilgi-
miz yoktur. Sen her şeyi hakkıyla bilir, her işi hikmetle yaparsın. (Bakara Suresi: 32.)
a
lTıncı
Ş
ua
| 168 | Şualar