evet, o manen sıkışmış ve kurumuş akıllarına ve bozul-
muş ve maneviyatta ölmüş olan kalblerine, çok geniş ve
derin ve ihatalı olan imanî meseleleri sığıştıramadıkların-
dan, kendilerini küfre ve dalâlete atarlar, boğulurlar.
eğer dikkatle kendi küfürlerinin iç yüzüne ve dalâletle-
rinin mahiyetine bakabilseler, görecekler ki, imanda bu-
lunan makul ve lâyık ve lâzım olan azamete karşı yüz de-
rece muhal ve imkânsızlık ve imtina, o küfrün altında ve
içindedir.
risale-i nur, yüzer mizan ve muvazenelerle, bu haki-
kati, iki kere iki dört eder derecesinde kat’î ispat etmiş.
Meselâ, Cenab-ı Hakkın vücub-i vücudunu ve ezeliyetini
ve ihatalı sıfatlarını azametleri için kabul edemeyen
adam, ya hadsiz mevcudata, belki nihayetsiz zerrelere o
vücub-i vücudu ve ezeliyetini ve ulûhiyet sıfatlarını ver-
mekle, küfrünü itikat edebilir. Veyahut ahmak sofestaî-
ler gibi, hem kendini, hem kâinatın vücudunu inkâr ve
nefyetmekle, akıldan istifa etmelidir.
İşte bunun gibi, bütün hakaik-ı imaniye ve İslâmiye,
kendilerinin şe’nlerini, muktezaları olan azamete istinat
ederek, karşılarındaki küfrün dehşetli muhalâtından ve
vahşetli hurafatından ve zulmetli cehalâtından kurtarıp,
kemal-i iz’an ve teslimiyetle selim kalblerde ve müstakim
akıllarda yerleştirirler.
evet, ezan ve namaz gibi ekser şeair-i İslâmiyede, kes-
retle
(1)
o
ô n
Ñ` r
c
n
G *n
G , o
ô n
Ñ` r
c
n
G *n
G @ o
ô n
Ñ` r
c
n
G *n
G , o
ô n
Ñ` r
c
n
G *n
G
azamet
ve kibriyasını her vakit ilânı; hem,
Şualar
Y
edinci
Ş
ua
| 177 |
AYETÜ’L-KÜBRA
maddiyat:
maddî ve cismanî şey-
ler; inanç, fikir, dinle ilgili husus.
mahiyet:
bir şeyin aslı, esası, ni-
teliği.
makul:
akla yakın, akla uygun,
aklın kabul edeceği.
manen:
mana bakımından, ma-
naca.
maneviyat:
mana âlemine ait
olanlar, hisse ve inanca ait şeyler.
meselâ:
örneğin.
mesele:
önemli konu.
mevcudat:
mevcutlar, var olan
her şey, mahlûklar.
mizan:
terazi, ölçü.
muhal:
imkânsız.
muhalât:
muhaller, olması müm-
kün olmayanlar.
mukteza:
iktiza eden, gereken.
muvazene:
denge.
müstakim:
doğru, istikametli.
selim:
kusuru, noksanı olmayan,
sağlam, kusursuz, doğru.
sıfat:
vasıf, nitelik.
Sofestaî:
Allah’ı kabul etmemek
için kâinatı ve kendi varlığını da
inkâr eden.
şeair-i İslâmiye:
İslâma ait işaret-
ler, İslâma sembol olmuş iş ve
ibadetler.
şe’n:
iş; gerek.
teslimiyet:
kendini Allah’a veya
başka birinin iradesine terk etme,
boyun eğme.
ulûhiyet:
ilâhlık, Allah’ın hâkimi-
yeti ile kâinattaki her şeyi kendi-
sine ibadet ve itaat ettirmesi.
vahşetli:
yabanî, ürkütücü, kor-
kunç.
varta:
tehlike, büyük tehlike.
vücub-i vücut:
varlığı gerekli ol-
mak, olmaması imkânsız olmak,
varlığı zarurî ve vacip olmak.
zerre:
maddenin en küçük parça-
sı, molekül, atom.
zulmetli:
karanlıklı.
azamet:
büyüklük, ululuk, yü-
celik.
cehalât:
cahillikler, bilgisizlik-
ler.
dalâlet:
iman ve İslâmiyetten
ayrılmak, azmak, doğru yol-
dan ayrılma, azma, batıla yö-
nelme.
dehşetli:
ürkütücü, korkunç.
ekser:
pek çok.
ezeliyet:
geçmiş ve gelecek
zamanı birden içine alıp, za-
manla sınırlı olmamak.
hakaik-ı imaniye ve İslâmiye:
imanın ve İslâm’ın hakikatleri,
esasları.
hurafat:
hurafeler, batıl ina-
nışlar.
ihatalı:
kuşatıcı.
imtina:
imkânsızlık, olamayış.
istinat:
dayanma, güvenme.
itikat:
kesin inanma, iman.
kat’î:
kesin, şüpheye ve te-
reddüde mahal bırakmayan.
kemal-i iz’an:
mükemmel bir
basiret, anlayış.
kesretle:
çoğunlukla.
kibriya:
Cenab-ı Allah’ın aza-
meti ve kudreti, her cihetle
büyüklüğü.
küfür:
Allah’ın varlığına, birli-
ğine inanmama, müşriklik,
imansızlık.
1.
Allah en büyüktür, en yücedir. • Allah en büyüktür, en yücedir. • Allah en büyüktür, en
yücedir. • Allah en büyüktür, en yücedir.