bizleri bilmez ve bize acıyıp imdadımıza kendi kendine
koşmaz ve emirsiz meydana çıkmaz ve gizlenmez. Belki
gayet
Kadîr
ve
Rahîm
bir kumandan’ın emriyle hareket
eder ki, bir iz bırakmadan gizlenir ve def’aten meydana
çıkar, iş başına geçer. Ve gayet Fa’al ve Müteal ve gayet
cilveli ve haşmetli bir sultan’ın fermanıyla ve kuvvetiyle
vakit be vakit cev âlemini doldurup boşaltır ve mütema-
diyen hikmetle yazar ve paydos ile bozar tahtasına ve
mahv ve ispat levhasına ve haşir ve kıyamet suretine çe-
virir. Ve gayet lütufkâr ve ihsanperver ve gayet kerem-
kâr ve rububiyetperver bir Hâkim-i Müdebbir’in tedbiriy-
le rüzgâra biner ve dağlar gibi yağmur hazinelerini bindi-
rir, muhtaç olan yerlere yetişir. güya onlara acıyıp ağla-
yarak, göz yaşlarıyla onları çiçeklerle güldürür, güneşin
şiddet-i ateşini serinlendirir. Ve sünger gibi, bahçelerine
su serper ve zemin yüzünü yıkar, temizler.”
Hem o meraklı yolcu kendi aklına der: “Bu camit, ha-
yatsız, şuursuz, mütemadiyen çalkanan, kararsız, fırtına-
lı, dağdağalı, sebatsız, hedefsiz şu havanın perdesiyle ve
zahirî suretiyle vücuda gelen yüz binler hakîmâne ve
rahîmâne ve sanatkârâne işler ve ihsanlar ve imdatlar
bilbedahe ispat eder ki, bu çalışkan rüzgârın ve bu cev-
val hizmetkârın kendi başına hiçbir hareketi yok; belki
gayet
Kadîr
ve
Alîm
ve gayet
Hakîm
ve
Kerîm
bir Ami-
rin emriyle hareket eder. güya her bir zerresi her bir işi
bilir ve o Amirin her bir emrini anlar ve dinler bir nefer
gibi, hava içinde cereyan eden her bir emr-i rabbanîyi
dinler, itaat eder ki, bütün hayvanatın teneffüsüne ve
Şualar
Y
edinci
Ş
ua
| 187 |
AYETÜ’L-KÜBRA
hizmetkâr:
hizmet yapan kimse,
hizmetçi.
ihsan:
bağışlama, ikram etme, lü-
tuf.
ihsanperver:
ihsan etmeyi sever,
ihsan edici, yardım sever.
imdat:
yardım.
ispat:
sağlamlaştırma, sağlam ve
dayanıklı hâle getirme.
itaat:
boyun eğme, uyma, alınan
emre göre hareket etme.
Kadîr:
kudret sahibi olan ve her
şeye gücü yeten Allah.
keremkâr:
kerem eden, lütfeden,
eli açık olan, bağışlayan, cömert.
Kerîm:
ihsan ve ikramı bol olan
Allah.
kıyamet:
bütün kâinatın Allah ta-
rafından tayin edilen bir vakitte
yıkılıp mahvolması.
kumandan:
komutan.
lütufkâr:
lütuf edici.
mahv:
yok etme, ortadan kaldır-
ma, batma.
Müteal:
her şeyin yücesi, en ulusu
ve üstünde olan Allah.
mütemadiyen:
sürekli olarak, de-
vamlı.
nefer:
asker, er.
rahîm:
merhamet eden, çok mer-
hametli olan, esirgeyen, koruyan,
acıyan Allah.
rahîmâne:
rahîm olarak, merha-
met ederek, merhametli olarak.
rububiyetperver:
ihtiyaca cevap
vermeyi ve terbiye etmeyi seven.
sanatkârâne:
sanatkârca, bir sa-
natkâra yakışacak yolda.
sebat:
sabit durma.
suret:
biçim, şekil, tarz.
şiddet-i ateş:
ateşin şiddeti, yakı-
cılığı.
şuursuz:
anlayışsız, bilinçsiz.
tedbir:
idare etme, çekip çevir-
me.
teneffüs:
nefes alma, soluklan-
ma, solunum.
vakitbevakit:
vakit vakit, zaman
zaman.
vücut:
var olma, varlık.
zahirî:
görünürde.
zemin:
yeryüzü.
zerre:
maddenin en küçük parça-
sı, molekül, atom.
âlem:
varlık sınıflarından her
biri.
alîm:
her şeyi hakkıyla bilen
Allah.
amir:
emreden, buyuran.
bilbedahe:
açıktan, aşikâr ola-
rak.
camit:
ruhsuz, cansız.
cereyan:
bir tarafa doğru akış,
akıntı, akım.
cev:
hava, atmosfer.
cevval:
daim, hareket hâlin-
de olan, koşan dolaşan.
cilveli:
her şeyde kendini gös-
teren ve her şeyde görülebi-
len.
dağdağalı:
gürültülü, patırtılı.
def’aten:
birdenbire, bir defa-
da, anî olarak.
elbette:
kesinlikle, mutlaka,
şüphesiz.
emr-i rabbanî:
Allah’ın emri.
Fa’al:
her işi yapıcı ve daim
olarak iş görücü olan sonsuz
güç sahibi Allah.
ferman:
emir, buyruk.
Hakîm:
her şeyi bir maksatla,
uygun ve hikmetle yaratan,
hikmet sahibi Allah.
Hâkim-i Müdebbir:
her şeye
hükmeden ve işleri düzenle-
yip idare eden, Allah.
hakîmâne:
hikmetli bir şekil-
de.
haşmetli:
ihtişamlı, gösterişli,
heybetli.
haşir:
kıyametten sonra bü-
tün insanların bir yere toplan-
maları, Allah’ın ölüleri diriltip
mahşere çıkarması.
hayvanat:
hayvanlar.
hazine:
zengin ve değerli kay-
nak.
hikmet:
İlâhî gaye, yüksek bil-
gi.