Şualar - page 184

kitab-ı kebirin müellifini ve bu muhteşem memleketin sul-
tanını tanımak ve bilmek için şiddetle merak ederken, en
başta göklerin nur yaldızı ile yazılan güzel yüzü görünür.
“Bana bak, aradığını sana bildireceğim” der. o da bakar,
görür ki:
Bir kısmı arzımızdan bin defa büyük ve o büyüklerden
bir kısmı top güllesinden yetmiş derece sür’atli yüz bin-
ler ecram-ı semaviyeyi direksiz, düşürmeden durduran
ve birbirine çarpmadan fevkalhad çabuk ve beraber gez-
diren; yağsız, söndürmeden mütemadiyen o hadsiz lâm-
baları yandıran ve hiçbir gürültü ve ihtilâl çıkartmadan o
nihayetsiz büyük kütleleri idare eden; ve güneş ve kame-
rin vazifeleri gibi, hiç isyan ettirmeden o pek büyük mah-
lûkları vazifelerle çalıştıran; ve iki kutbun dairesindeki he-
sap rakamlarına sıkışmayan bir nihayetsiz uzaklık içinde,
aynı zamanda, aynı kuvvet ve aynı tarz ve aynı sikke-i fıt-
rat ve aynı surette, beraber, noksansız tasarruf eden; ve
o pek büyük mütecaviz kuvvetleri taşıyanları, tecavüz
ettirmeden kanununa itaat ettiren; ve o nihayetsiz ka-
labalığın enkazları gibi, göğün yüzünü kirletecek süp-
rüntülere meydan vermeden, pek parlak ve pek güzel te-
mizlettiren; ve bir muntazam ordu manevrası gibi ma-
nevra ile gezdiren; ve arzı döndürmesiyle, o haşmetli
manevranın başka bir surette hakikî ve hayalî tarzlarını
her gece ve her sene, sinema levhaları gibi, seyirci
mahlûkatına gösteren bir tezahür-i rububiyet ve o rubu-
biyet faaliyeti içinde görünen
teshir, tedbir, tedvir, tan-
zim, tanzif, tavzif’
ten mürekkep bir hakikat, bu azameti
arz:
yer, dünya.
azamet:
büyüklük, ululuk, yüce-
lik.
ecram-ı semaviye:
gök cisimleri,
yıldızlar, gezegenler.
enkaz:
bir şeyin yıkılması netice-
sinde ortaya çıkan kalıntı, moloz.
fevkalhad:
haddinden fazla, pek
çok, haddin ötesinde, üstünde.
gülle:
top mermisi.
hadsiz:
sınırsız, sonsuz.
hakikat:
gerçek, esas.
hakikî:
gerçek.
haşmetli:
ihtişamlı, gösterişli, hey-
betli.
hayalî:
hayale ait, hayalle ilgili,
hayale mensup.
ihtilâl:
isyan, ayaklanma, baş kal-
dırma.
isyan:
başkaldırma, itaatsizlik, em-
re karşı gelme.
itaat:
boyun eğme, uyma, alınan
emre göre hareket etme.
kamer:
Ay.
kanun:
yasa.
kitab-ı kebir:
büyük kitap.
kuvvet:
fizikî güç, kudret.
mahlûk:
yaratık, Allah tarafından
yaratılmış olan.
mahlûkat:
Allah tarafından yara-
tılanlar.
manevra:
eğitim ve deneme için
savaş taklidi olarak yapılan hare-
ketler, tatbikat.
muhteşem:
haşmetli, yüce.
muntazam:
nizamlı, intizamlı, dü-
zenli ve düzgün biçimde.
müellif:
eser telif eden, kitap
yazan.
mürekkep:
oluşmuş, meydana
gelmiş.
mütecaviz:
saldırgan, belli sı-
nırını aşan.
mütemadiyen:
sürekli olarak,
devamlı.
nihayetsiz:
sonsuz, sınırsız.
nur:
aydınlık, parıltı, ışık.
rububiyet:
Cenab-ı Hakkın her
zaman, her yerde, her mahlû-
ka muhtaç olduğu şeyleri ver-
mesi, onu terbiye etmesi ve
idaresi altında bulundurma
vasfı.
sikke-i fıtrat:
yaratılış sikkesi.
sultan:
padişah, hükümdar.
suret:
biçim, tarz, görünüş.
tanzif:
temizleme.
tanzim:
düzenleme, sıralama,
tertipleme.
tarz:
biçim, şekil, suret.
tasarruf:
bir şeyin sahibi olup
idare etme, mülkünü istediği
gibi kullanma.
tavzif:
vazifelendirme, görev-
lendirme.
tecavüz:
saldırma, sataşma,
başkasının hakkına dokunma.
tedbir:
idare etme, çekip çe-
virme.
tedvir:
çekip çevirme, idare
etme.
teshir:
emri altına alma, em-
rine itaat ettirme, boyun eğ-
dirme.
tezahür-i rububiyet:
Cenab-ı
Hakkın terbiye, tedbir ve ida-
re ediciliğinin ortaya çıkması,
görünmesi.
vazife:
görev.
yaldız:
eşyaya altın ve gümüş
görüntüsü vermek için yapı-
lan süs.
AYETÜ’L-KÜBRA
| 184 |
Y
edinci
Ş
ua
Şualar
1...,174,175,176,177,178,179,180,181,182,183 185,186,187,188,189,190,191,192,193,194,...1581
Powered by FlippingBook