Şualar - page 194

Hatta o kadar fevkalâde iddihar ve sarf ediliyorlar ki,
“dört nehir cennetten geliyorlar” diye rivayet edilmiş. Ya-
ni, “zahirî esbabın pek fevkinde olduklarından, manevî
bir cennetin hazinesinden ve yalnız gaybî ve tükenmez
bir menbaın feyzinden akıyorlar” demektir.
Meselâ, Mısır’ın kumistanını bir cennete çeviren nil-i
mübarek, cenup tarafından, Cebel-i kamer denilen bir
dağdan mütemadiyen küçük bir deniz gibi tükenmeden
akıyor. Altı aydaki sarfiyatı dağ şeklinde toplansa ve buz-
lansa, o dağdan daha büyük olur. Hâlbuki, o dağdan ona
ayrılan yer ve mahzen, altı kısımdan bir kısım olmaz. Va-
ridatı ise, o mıntıka-i harrede pek az gelen ve susamış
toprak çabuk yuttuğu için mahzene az giden yağmur, el-
bette o muvazene-i vasiayı muhafaza edemediğinden, o
nil-i mübarek, âdet-i arziye fevkinde, “Bir gaybî cennet-
ten çıkıyor” diye rivayeti gayet manidar ve güzel bir ha-
kikati ifade ediyor.
İşte, deniz ve nehirlerin denizler gibi hakikatlerinin ve
şahadetlerinin binden birisini gördü. Ve umumu, bilic-
ma, denizlerin büyüklüğü nispetinde bir kuvvetle
(1)
n
ƒ o
g s
’p
G n
¬ '
d p
G n
B ’
der ve bu şahadete, denizler mahlûkatı ade-
dince şahitler gösterir diye anladı. Ve denizlerin ve nehir-
lerin umum şahadetlerini irade ederek, ifade etmek ma-
nasında,
Birinci Makamın Dördüncü Mertebesinde
,
âdet-i arziye:
yeryüzünün coğrafî
kanun ve âdetleri.
bilicma:
icma ile, birden, ittifakla,
fikir birliğiyle.
Cebel-i Kamer:
Kamer Dağı, Afri-
ka’da Nil Nehrinin çıktığı dağın is-
mi.
cenup:
güney, kıble.
esbap:
sebepler, vasıtalar.
fevkalâde:
olağanüstü.
fevkinde:
üstünde.
feyiz:
bolluk, bereket, verimlilik.
gaybî:
gaypla ilgili, görünmeyen-
lere ait.
gayet:
son derece.
hakikat:
gerçek, esas.
hazine:
zengin ve değerli kaynak.
hazine-i rahmet:
Allah’ın şefkat
ve merhamet hazinesi.
iddihar:
biriktirme, toplama, yığ-
ma.
kumistan:
kumluk yer, çöl veya
çok kumlu arazi.
mahlûkat:
Allah tarafından yara-
tılanlar.
mahzen:
yeraltı; hazine gibi kıy-
metli şeylerin saklandığı depo.
manevî:
manaya ait, maddî
olmayan.
manidar:
nükteli, ince mana-
lı.
menba:
kaynak, her hangi bir
şeyin çıktığı yer.
meselâ:
örneğin.
mıntıka-i harre:
sıcak bölge.
muhafaza:
koruma.
muvazene-i vâsia:
geniş bir
şekildeki denge, ihtiyacı olan-
lara bol ve kâfi miktarda ih-
sanda bulunarak dengeyi sağ-
layan Cenab-ı Hak, Allah’ın
koyduğu denge.
mütemadiyen:
sürekli olarak,
devamlı.
Nil-i mübarek:
mübarek Nil,
bereket veren Nil nehri, Mı-
sır’a hayat veren mübarek Nil
nehri.
nispet:
oran, değer.
rivayet:
bir haber, söz veya
olayı nakletme.
sarf:
harcama, masraf etme,
gider.
sarfiyat:
harcamalar, giderler.
şahadet:
şahit olma, şahitlik,
tanıklık.
umum:
bütün, hepsi.
varidat:
gelirler.
zahirî:
görünürde.
1.
Ondan başka hiçbir ilâh yoktur. (Bakara Suresi: 163, 255; Âl-i İmran Suresi: 2, 6; Kasas Su-
resi: 88.)
AYETÜ’L-KÜBRA
| 194 |
Y
edinci
Ş
ua
Şualar
1...,184,185,186,187,188,189,190,191,192,193 195,196,197,198,199,200,201,202,203,204,...1581
Powered by FlippingBook