Bu seyyah, bu muhteşem ve geniş dershanede, bu
muhterem ve mütebahhir üstatların neşrettikleri nurlar,
zeminin yarısını bin seneden ziyade ışıklandırdığını bildi.
Ve öyle bir kuvve-i maneviyeyi buldu ki, bütün ehl-i inkâr
toplansa onu kıl kadar şaşırtmaz ve sarsmaz.
İşte bu yolcunun bu dershaneden aldığı derse bir kısa
işaret olarak,
Birinci Makamın Dokuzuncu Mertebe-
sinde
,
o
¥Én
Øu
Jp
G /
¬p
Jn
ór
Mn
h /
‘ /
?p
Oƒo
Lo
h p
܃o
Lo
h '
¤n
Y s
?n
O …/
òs
dG *G s
’p
G n
¬ '
d p
G n
B ’
(1)
@ p
án
?p
Øs
`ào
Ÿr
G p
án
?s
?n
ëo
Ÿr
G p
In
ôp
gÉs
¶dG p
ºp
¡p
æ«/
gGn
ôn
H p
Is
ƒo
?p
H p
ABÉ n
«p
Ø°r
Un
’r
G p
™«/
ªn
L
denilmiş.
sonra, imanın daha ziyade kuvvetlenmesinde ve inki-
şafında ve ilmelyakin derecesinden aynelyakin mertebe-
sine terakkisindeki envarı ve ezvakı görmeye çok müştak
olan o mütefekkir yolcu, medreseden gelirken, hadsiz kü-
çük tekkelerin ve zaviyelerin telâhukuyla tevessü eden ga-
yet feyizli ve nurlu ve sahra genişliğinde bir tekke, bir han-
gâh, bir zikirhane, bir irşatgâhta ve cadde-i kübra-i Mu-
hammedînin (
AsM
) ve mirac-ı Ahmedînin (
AsM
) gölgesin-
de hakikate çalışan ve hakka erişen ve aynelyakine yeti-
şen binlerle ve milyonlarla kudsî mürşitler onu dergâha
çağırdılar; o da girdi, gördü ki:
o ehl-i keşif ve keramet mürşitler; keşfiyatlarına ve
müşahedelerine ve kerametlerine istinaden, bilicma,
müttefikan
(2)
n
ƒo
g s
’p
G n
¬ '
dp
G n
B’
diyerek, vücub-i vücut ve
asfiya:
kemalât ve takva sahibi
olan, Hz. Peygamberin (
ASM
) vârisi
hükmünde, onun meslek ve ga-
yelerini hayata geçirmeye ve tat-
bike çalışan âlim zatlar.
aynelyakin:
gözle görür derece-
de inanma; bir şeyi görerek ve
seyrederek bilme.
bilicma:
icma ile, birden, ittifakla,
fikir birliğiyle.
cadde-i kübra-i Muhammedî:
Hz.
Muhammed’in (asm) büyük cad-
desi.
delâlet:
delil olma, gösterme.
dergâh:
tekke, dervişlerin ibadet
veya zikir maksadıyla bir araya
geldikleri yer.
ehl-i inkâr:
imansızlar, inkâr eden-
ler.
ehl-i keşif ve keramet:
Allah’ın
bir ikramı olarak, olağanüstü hal
ve hareketlerin kendilerinde gö-
rüldüğü velî şahıslar ve manevi-
yat âlemlerinde iman hakikatleri-
ni gözleme yeteneğine sahip in-
sanlar, velîler.
envar:
nurlar, aydınlıklar, ışıklar.
ezvak:
zevkler.
feyiz:
bolluk, bereket, verimlilik.
gayet:
son derece.
hadsiz:
sınırsız, sonsuz.
hakikat:
gerçek, esas.
hangâh:
Allah rızası için fakir ve
dervişlere ve talebelere yemek
verilen ve misafir edilen yer.
ilmelyakin:
ilim yoluyla kesin ola-
rak bilme.
iman:
inanma, itikat.
inkişaf:
gelişme, keşfolunma.
irşatgâh:
hak ve hakikatin ve doğ-
ru yolun gösterildiği yer.
istinaden:
istinat ederek, daya-
narak, güvenerek.
ittifak:
birleşme, birlik.
keramet:
Allah’ın velî kullarında
görülen olağanüstü hâller.
keşfiyat:
keşifler, Allah’ın ilham
etmesiyle gösterilen gaypla ilgili
sırlar.
kudsî:
mukaddes, yüce.
kuvve-i maneviye:
manevî güç,
moral.
medrese:
ders okutulan yer.
mertebe:
derece, basamak.
mirac-ı ahmedî:
Resulullahın (asm)
miracı.
muhterem:
saygı değer, hürmete
lâyık, saygın.
muhteşem:
haşmetli, yüce.
mürşit:
irşat eden, doğru yolu
gösteren, rehber, kılavuz.
müşahede:
İlâhî sırları ve tecelli-
leri seyretme.
müştak:
arzulu, fazla istekli, işti-
yak gösteren.
mütefekkir:
tefekkür eden,
düşünür.
müttefikan:
ittifak ederek, hep
beraber, birlikte.
neşretme:
dağıtma, yayma.
nurlu:
ışıklı, parıltılı.
sahra:
geniş arazi, çöl.
seyyah:
gezgin, gezici.
telâhuk:
birbirine katılma, bir-
biri arkasına gelip birleşme.
terakki:
yükselme, ilerleme.
tevessü:
genişleme, yayılma.
vahdet:
birlik, yalnızlık, teklik
bir ve tek olma.
vücub-i vücut:
varlığın gerek-
liliği, varlığın zarurî ve vacip
oluşu.
zaviye:
bir zahidin ibadetle
meşgul olmak üzere çekildiği
tenha yer, küçük tekke.
zemin:
yeryüzü.
zikirhane:
zikir yeri, zikir ya-
pılan yer.
ziyade:
çok, fazla.
1.
Allah’tan başka hiçbir ilâh yoktur. O Allah ki, bütün asfiyanın muhakkak, müttefik ve apa-
çık bürhanlarının kuvvetiyle ittifakları, Onun vahdet içindeki vücub-i vücuduna delâlet
eder.
2
. Ondan başka hiçbir ilâh yoktur. (Kasas Suresi: 88; Bakara Suresi: 163, 255; Âl-i İmran Sure-
si: 2, 6.)
AYETÜ’L-KÜBRA
| 204 |
Y
edinci
Ş
ua
Şualar