İşte, bu yolcunun müstakim akıllardan ve münevver
kalblerden istifade ettiği marifet-i imaniyeye kısa bir işa-
ret olarak,
Birinci Makamın On İkinci ve On Üçün-
cü Mertebelerinde
,
/
? p
Oƒo
Lo
h p
܃o
Lo
h '
¤n
Y s
?n
O …/
òs
dG p
Oƒo
Lo
ƒr
dG o
Öp
LGn
ƒr
dG *G s
’p
G n
¬ '
d p
G n
B ’
p
án
? p
aGn
ƒn
ào
Ÿr
G Én
¡ p
JGn
OÉn
? p
àr
Y p
É p
H p
In
Qs
ƒn
æo
Ÿr
G p
án
ª«/
?n
à°r
ùo
Ÿr
G p
?ƒo
?o
©r
dG o
´Én
ªr
Lp
G /
¬ p
Jn
ór
Mn
h »/
a
p
Öp
gGn
òn
Ÿr
Gn
h p
äGn
OGn
ór
©p
àr
°Sp
’r
G p
?o
dÉn
î
n
J
n
™n
e p
án
?p
HÉn
£n
ào
Ÿr
G Én
¡ p
JÉn
æ« /
?n
jn
h Én
¡ p
JÉn
YÉn
æn
? p
Hn
h
p
án
ª«/
?°s
ùdG p
܃o
?o
?r
dG o
¥Én
Ø u
J p
G /
¬ p
Jn
ór
Mn
h »/
a /
?p
Oƒo
Lo
h p
܃o
Lo
h '
¤n
Y s
?n
O Gn
òn
cn
h
p
øo
jÉn
Ñn
J n
™n
e p
án
? p
aGn
ƒn
ào
Ÿr
G Én
¡ p
JGn
ón
gÉn
°ûo
ª p
Hn
h p
án
? p
HÉn
£n
ào
Ÿr
G Én
¡ p
JÉs
« p
Ør
°ûn
µ p
H p
ás
« p
fGn
Qƒt
ædG
(1)
@ p
Üp
QÉ n
°û n
Ÿr
Gn
h p
?p
dÉ° n
ù n
Ÿr
G
denilmiş.
sonra, âlem-i gayba yakından bakan ve akıl ve kalbde
seyahat eden o yolcu, “Acaba âlem-i gayp ne diyor?” di-
ye merakla o kapıyı da şöyle bir fikir ile çaldı. Yani, “Ma-
dem bu cismanî âlem-i şahadette bu kadar ziynetli ve sa-
natlı hadsiz masnularıyla kendini tanıttırmak ve bu kadar
tatlı ve süslü ve nihayetsiz nimetleriyle kendini sevdirmek
ve bu kadar mu’cizeli ve maharetli hesapsız eserleriyle
gizli kemalâtını bildirmek, kavilden ve tekellümden daha
zahir bir tarzda fiilen isteyen ve hâl diliyle bildiren bir
zat, perde-i gayp tarafında bulunduğu bilbedahe anlaşı-
lıyor. elbette ve her hâlde, fiilen ve hâlen olduğu gibi,
kavlen ve tekellümen dahi konuşur, kendini tanıttırır,
sevdirir. öyle ise, âlem-i gayp cihetinde onu, onun
Şualar
Y
edinci
Ş
ua
| 209 |
AYETÜ’L-KÜBRA
hâlen:
hareket ve davranış ola-
rak.
hesapsız:
sınırsız, sonsuz.
icma:
fikir birliği.
ilâh:
ibadete lâyık olan.
iman:
inanma, inanç, itikat.
inkâr:
reddetme, tanımama, kabul
ve tasdik etmeme, inanmama.
istifade:
faydalanma, yararlanma.
kabiliyet:
beceriklilik, eli işe yat-
kınlık, istidat, yetenek.
kanaat:
görüş, fikir.
kavil:
fiiliyata dökülmeyen, söz-
de kalan şey.
kavlen:
söz ile, sözlü olarak, fiilî
olmayan.
kemalât:
faziletler, kemaller, ol-
gunluklar, mükemmellikler.
keşfiyat:
evliyanın Allah'ın ilham
etmesiyle gösterdikleri gaypla ilgili
sırlar, manevî sırlar, keşifler.
keza:
böylece, bu şekilde.
madem:
...den dolayı, böyle ise.
maharet:
mahirlik, ustalık.
marifet-i imaniye:
imanî bilgi, ma-
lûmat.
masnu:
sanatla yapılmış eşya, var-
lık.
meslek:
takip edilen yol.
meşrep:
tarz, biçim, şekil, usul.
mu’cize:
benzerini yapmaktan in-
sanların âciz kaldığı şey.
münevver:
nurlu, aydın kişi.
müstakim:
istikamet sahibi; doğru,
ahlâklı, namuslu, temiz.
müşahade:
gözlem.
mütevafık:
tevafuk eden, birbirine
uygun olan, denk bulunan.
nihayetsiz:
sonsuz, sınırsız.
nimet:
lütuf, ihsan, bağış.
perde-i gayp:
gayp perdesi, gizli
perde; insanların bilmeyip sadece
Allah’ın bildiği gayp âlemdeki ma-
nevî perde.
selim:
temiz, samimî.
seyahat:
yolculuk.
Sofestaî:
Allah'ı kabul etmemek
için kâinatı ve kendi varlığını da
inkâr eden.
şahadet:
şahit olma, şahitlik, ta-
nıklık.
tarz:
biçim, şekil, suret.
tekellüm:
söz söyleme, konuşma.
tekellümen:
konuşarak.
Vacibü'l-Vücud:
varlığı zarurî ve
ve zatî olan Allah.
vahdet:
birlik, teklik, yalnızlık.
vücub-i vücut:
varlığın gerekliliği,
varlığın zarurî ve vacip oluşu.
yakin:
açık seçik ve kesin bilgi.
zahir:
açık, aşikâr.
zat:
azamet ve ululuk sahibi olan.
ziynet:
süs, bezek.
âlem-i gayp:
görünmeyen fa-
kat varlığı kesin olan ve ma-
hiyeti Allah tarafından bilinen
başka dünyalar.
âlem-i şahadet:
gözle gördü-
ğümüz, şahit olduğumuz âlem,
kâinat.
bilbedahe:
açıktan, aşikâr ola-
rak.
cihet:
yön, taraf.
cisman
î: maddî vücuda sahip.
fiilen:
fiille, davranış ve hare-
ketle.
fikir:
düşünme, düşünce.
galat-ı his:
duyuştaki aldanış,
his yanılgısı.
hadsiz:
sınırsız, sonsuz.
hâl:
durum, vaziyet.
1.
Allah’tan başka hiçbir ilâh yoktur. O öyle bir Vacibü’l-Vücud’dur ki, istidat ve mezhepleri-
nin farklılığına rağmen, birbirleriyle tevafuk eden itikatları ve birbirleriyle tetabuk eden ka-
naat ve yakînlerinin şahadetiyle, bütün münevver ve müstakim akıl sahiplerinin icmaı,
Onun vahdet içindeki vücub-i vücuduna delâlet eder. Keza, birbirine mütebayin meslek ve
meşreplerine rağmen birbirine tetabuk eden keşfiyat ve birbirine tevafuk eden müşade-
lerinin şahadetiyle, bütün selim ve nuranî kalb sahiplerinin ittifakı, Onun vahdet içindeki
vücub-i vücuduna delâlet eder.