Şualar - page 216

gördü ki: o asır, hakikaten, o zat (
AsM
) ile bir saadet-i
beşeriye asrı olmuş. Çünkü, en bedevî ve en ümmî bir
kavmi, getirdiği nur vasıtasıyla, kısa bir zamanda dünyaya
üstat ve hâkim eylemiş.
Hem kendi aklına dedi: “Biz, en evvel bu fevkalâde za-
tın (
AsM
) bir derece kıymetini ve sözlerinin hakkaniyetini
ve ihbaratının doğruluğunu bilmeliyiz. sonra Hâlık’ımızı
ondan sormalıyız” diyerek taharriye başladı. Bulduğu had-
siz kat’î delillerden, burada, yalnız dokuz külliyetine birer
kısa işaret edilecek.
Birincisi
: Bu zatta (
AsM
), hatta düşmanlarının tasdi-
kiyle dahi, bütün güzel huyların ve hasletlerin bulunma-
sı; ve
(2)
?'
en
Q %G s
øp
µ`'
dn
h n
âr
«n
en
Q r
Pp
G n
âr
«`n
en
Q Én
en
h
(1)
@ o
ôn
ªn
?r
dG s
?n
°ûr
fGn
h
ayetlerinin sarahatiyle, bir parmağının işaretiyle kamer
iki parça olması; ve bir avucu ile a’dâsının ordusuna at-
tığı az bir toprak, umum o ordunun gözlerine girmesiyle
kaçmaları; ve susuz kalmış kendi ordusuna, beş parma-
ğından kevser gibi akan suyu kifayet derecesinde içirme-
si gibi, nakl-i kat’î ile ve bir kısmı tevatür ile yüzer mu’ci-
zatın onun elinde zahir olmasıdır. Bu mu’cizattan üç yüz-
den ziyade bir kısmı, “on dokuzuncu Mektup” olan
“Mu’cizat-ı Ahmediye (
AsM
)” namındaki harika ve kera-
metli bir risalede kat’î delilleriyle beraber beyan edildiğin-
den, onları ona havale ederek dedi ki:
ayet:
Kur’ân’ın her bir cümlesi.
bedevî:
çölde ve iptidaî tarzda ya-
şayan, medenî olmayan.
beyan etmek:
açıklamak, bildir-
mek, izah etmek.
delil:
bir davayı ispata yarayan
şey, bürhan.
delil:
bir davayı ispata yarayan
şey, bürhan.
fevkalâde:
olağanüstü.
hadsiz:
sınırsız, sonsuz.
hakikaten:
doğrusu, gerçekten.
hakkaniyet:
hak ve adalete uy-
gunluk.
harika:
olağanüstü.
haslet:
insanın yaratılıştan gelen
huy ve karakter.
havale:
bir şeyi başka bir yere
veya zamana bırakma.
huy:
yaratılıştan olan karakter,
mizaç.
ihbarat:
ihbarlar, bildirmeler, ha-
ber vermeler.
kamer:
Ay.
kat’î:
kesin, şüpheye ve tereddü-
de mahal bırakmayan.
kavim:
millet; aralarında dil, âdet,
örf, kültür birliği olan insan toplu-
luğu.
keramet:
Allah’ın velî kullarında
görülen olağanüstü hâller veya
tabiatüstü hâdiseler.
Kevser:
cennette bulunan bir akar-
su.
kifayet:
kâfi miktarda olma, ye-
terlilik.
kıymet:
değer.
külliyet:
bütünlük, tümlük.
mu’cizat:
mu’cizeler, Allah ta-
rafından verilip, yalnız pey-
gamberlerin gösterebilecekle-
ri büyük harika işler.
Mu’cizat-ı ahmediye:
Pey-
gamber Efendimizin (asm) gös-
terdiği mu’cizeler.
nakl-i kat’î:
içinde yanlış ihti-
mali olmayan nakil, rivayet.
nam:
ad, isim.
nur:
aydınlık, parıltı, ışık.
saadet-i beşeriye:
insanlığın
mutluluğu.
sarahat:
sarihlik, açıklık, be-
lirlilik.
taharri:
arama, araştırma, in-
celeme, tahkik etme.
tevatür:
içinde yalan ihtimali
bulunmayan ve birbirlerine
kuvvet veren haberlerden olu-
şan büyük bir topluluğa ait
haber.
umum:
bütün.
ümmî:
okuma yazması olma-
yan, okumamış.
üstat:
bir ilim ve sanatta üs-
tün olan kimse, öğretmen.
vasıta:
aracılık.
zahir:
açık, aşikâr.
zat:
azamet ve ululuk sahibi
olan.
ziyade:
çok, fazla.
1.
Ay yarıldı. (Kamer Suresi: 1.)
2.
Attığın zaman da sen atmadın, ancak Allah attı. (Enfal Suresi:17.)
AYETÜ’L-KÜBRA
| 216 |
Y
edinci
Ş
ua
Şualar
1...,206,207,208,209,210,211,212,213,214,215 217,218,219,220,221,222,223,224,225,226,...1581
Powered by FlippingBook