cihetiyle, elbette bu vazifeleri herkesten ziyade yapan bu
zatın hakkaniyetine ve bu kâinat Hâlık’ının en yüksek ve
sadık bir memuru olduğuna şahadet ettiğini bildi.
•
Dokuzuncusu
: Madem bu sanatlı ve hikmetli masnu-
atıyla kendi hünerlerini ve sanatkârlığının kemalâtını teş-
hir etmek; ve bu süslü, ziynetli nihayetsiz mahlûkatıyla
kendini tanıttırmak ve sevdirmek; ve bu lezzetli ve kıy-
metli hesapsız nimetleriyle kendine teşekkür ve hamd et-
tirmek; ve bu şefkatli ve himayetli umumî terbiye ve iaşe
ile, hatta ağızların en ince zevklerini ve iştihaların her
nev’ini tatmin edecek bir surette ihzar edilen rabbanî
it’amlar ve ziyafetlerle kendi rububiyetine karşı minnetta-
râne ve müteşekkirâne ve perestişkârâne ibadet ettirmek;
ve mevsimlerin tebdili ve gece gündüzün tahvili ve ihtilâ-
fı gibi, azametli ve haşmetli tasarrufat ve icraat ve deh-
şetli ve hikmetli faaliyet ve hallâkıyet ile kendi ulûhiyetini
izhar ederek, o ulûhiyetine karşı iman ve teslim ve inkı-
yat ve itaat ettirmek; ve her vakit iyiliği ve iyileri himaye,
fenalığı ve fenaları izale ve semavî tokatlarla zalimleri ve
yalancıları imha etmek cihetiyle, hakkaniyet ve adaletini
göstermek isteyen perde arkasında birisi var. elbette ve
her hâlde o gaybî zatın yanında en sevgili mahlûku ve
en doğru abdi ve onun mezkûr maksatlarına tam hizmet
ederek, hilkat-i kâinatın tılsımını ve muammasını hâl ve
keşfeden ve daima o Hâlık’ının namına hareket eden ve
ondan istimdat eden ve muvaffakıyet isteyen ve onun
tarafından imdada ve tevfike mazhar olan ve Muham-
med-i kureyşî (
AsM
) denilen bu zat olacak.
abd:
kul.
adalet:
her hak sahibine hakkının
tam ve eksiksiz verilmesi.
azamet:
büyüklük, ululuk, yüce-
lik.
cihet:
yön.
dehşetli:
ürkütücü, korkunç.
gaybî:
gaypla ilgili, görünmeyen-
lere ait.
hakkaniyet:
hak ve adalete uy-
gunluk.
Hâlık:
yoktan yaratan, her şeyi
yoktan var eden, yaratıcı; Allah.
hallâkıyet:
yaratıcılık.
hamd:
Allah’a karşı şükran ve
memnuniyetini onu överek bildir-
me.
haşmetli:
ihtişamlı, gösterişli, hey-
betli.
hesapsız:
sınırsız, sonsuz.
hikmet:
İlâhî gaye, gizli sebep.
hilkat-i kâinat:
kâinatın yaratılışı.
himaye:
koruma, esirgeme, mu-
hafaza etme.
hüner:
marifet, bilgililik, ustalık,
maharet.
iaşe:
geçindirme, besleme, yaşat-
ma.
icraat:
işler.
ihtilâf:
farklı oluş, iki şeyi arasın-
daki ayrılıklar.
iman:
inanma, itikat.
imdat:
yardım.
imha:
ortadan kaldırma, mahvet-
me.
inkıyat:
boyun eğme, baş eğme.
istimdat:
medet dileme, imdat is-
teme, yardıma çağırma.
iştiha:
fazla istek, arzu.
itaat:
boyun eğme, uyma, alınan
emre göre hareket etme.
it’am:
yemek yedirme.
izale:
giderme, ortadan kaldırma.
izhar:
ortaya koyma, açığa çıkar-
ma, gösterme.
keşif:
bulma, meydana çıkarma.
madem:
...den dolayı, böyle ise.
mahlûk:
yaratık, Allah tarafından
yaratılmış olan.
mahlûkat:
Allah tarafından yara-
tılanlar.
maksat:
gaye.
masnuat:
sanatla yapılmış şeyler.
mazhar:
nail olma, şereflenme.
mezkûr:
zikredilen, adı geçen, anı-
lan.
minnettarâne:
minnet duyarak,
yapılan bir iyiliğe karşı teşekkür
hissi taşıyarak.
muamma:
anlaşılmaz, çözülmesi
güç iş.
muvaffakıyet:
Allah’ın yardımıy-
la başarılı olma, muvaffak olma.
müteşekkirâne:
teşekkürle, bilir-
likle, iyiliğe karşı nazik davranışla.
nam:
ad, isim.
nevi:
çeşit, tür.
nihayetsiz:
sonsuz, sınırsız.
nimet:
lütuf, ihsan, bağış.
perestişkârâne:
taparcasına,
aşırı derecede severek.
rabbanî:
terbiye ve idare eden
Cenab-ı Hakka ait.
rububiyet:
Cenab-ı Hakkın her
zaman, her yerde, her mahlû-
ka muhtaç olduğu şeyleri ver-
mesi.
sanatkâr:
sanatçı, usta.
semavî:
Allah tarafından olan,
İlâhî.
suret:
biçim, tarz, görünüş.
şefkat:
acıyarak ve esirgeye-
rek sevme.
tahvil:
değiştirme, döndürme,
çevirme.
tasarrufat:
tasarruflar, idare
etmeler.
tatmin:
doyurma, ihtiyacını
karşılama.
tebdil:
değiştirme, başka bir
hale getirme.
teşekkür:
yapılan bir iyilik kar-
şısında minnet, memnuniyet
ve şükür ifade etme.
teşhir:
gösterme, sergileme.
tevfik:
başarı, muvaffakıyet.
tılsım:
herkesin bilip çözeme-
diği gizli sır.
ulûhiyet:
Allah’ın hâkimiyeti
ile kâinattaki her şeyi kendi-
sine ibadet ve itaat ettirmesi.
umumî:
herkesle ilgili, genel.
zalim:
zulmeden, acımasız ve
haksız davranan.
zat:
azamet ve ululuk sahibi
olan.
ziyade:
çok, fazla.
ziyafet:
ikram için verilen ye-
mek, yemekli davet, şölen.
ziynet:
süs, bezek.
AYETÜ’L-KÜBRA
| 222 |
Y
edinci
Ş
ua
Şualar