Şualar - page 227

istikamet ve nur ve hayata hayat ve saadet veriyor. elbet-
te böyle bir kitabın misli yoktur, harikadır, fevkalâdedir,
mu’cizedir.
Üçüncü Nokta
: kur’ân, o asırdan tâ şimdiye kadar
öyle bir belâgat göstermiş ki, kâbe’nin duvarında altın ile
yazılan en meşhur ediplerin “Muallâkat-ı seb’a” namıyla
şöhretşiar kasidelerini o dereceye indirdi ki, lebid’in kızı
babasının kasidesini kâbe’den indirirken demiş: “Âyâta
karşı bunun kıymeti kalmadı.”
Hem, bedevî bir edip,
(1)
o
ôn
erD
ƒo
J Én
ªp
H r
´n
ó°r
UÉn
a
ayeti okunur-
ken, işittiği vakit secdeye kapanmış.
ona demişler: “sen Müslüman mı oldun?”
o demiş: “Hayır, ben bu ayetin belâgatine secde et-
tim.”
Hem, ilm-i belâgatin dâhîlerinden Abdülkahir-i Cürca-
nî ve sekkakî ve zemahşerî gibi binlerle dâhî imamlar ve
mütefennin edipler icma ve ittifakla karar vermişler ki,
“kur’ân’ın belâgati, takat-i beşerin fevkindedir; yetişil-
mez.”
Hem, o zamandan beri mütemadiyen meydan-ı mu-
arazaya davet edip, mağrur ve enaniyetli ediplerin ve be-
liğlerin damarlarına dokundurup, gururlarını kıracak bir
tarzda der: “Ya bir tek surenin mislini getiriniz, veyahut
dünyada ve ahirette helâket ve zilleti kabul ediniz” diye
ilân ettiği hâlde, o asrın muannit beliğleri bir tek surenin
Şualar
Y
edinci
Ş
ua
| 227 |
AYETÜ’L-KÜBRA
istikamet:
doğruluk, akıl, şehvet
ve gazap kuvvetlerinin vasat mer-
tebelerine sahip olmak.
ittifak:
birleşme, fikir birliği etme.
kaside:
belli bir amaçla yazılmış
divan şiiri ve bu şiirin nazım şekli.
kıymet:
değer.
mağrur:
gururlu.
meydan-ı muaraza:
söz mücade-
lesi meydanı, biri ile yarışma mey-
danı.
misil:
benzer.
muallâkat-ı seb’a:
yedi askı; Kur’ân
nazil olmadan önce, meşhur Arap
şairlerinin en beğenilmiş şiirlerin-
den, Kâbe’nin duvarına asılmış
olanları.
muannit:
inatçı, ayak direyen.
Müslüman:
İslâm dinine girmiş,
İslâm dininden olan, mü’min, Müs-
lim.
mütefennin:
fen bilgisi olan, fen
âlimi.
mütemadiyen:
sürekli olarak, de-
vamlı.
nam:
ad, isim, lâkap.
nur:
aydınlık, parıltı, ışık.
secde:
baş eğme, başı yere koy-
ma.
sure:
Kur’ân-ı Kerîm’in ayrıldığı
114 bölümden her biri.
şöhretşiar:
ünü yayılmış, şöhret
sahibi, ünlü.
takat-i beşer:
insanın gücü, taka-
ti.
tarz:
biçim, şekil, suret.
zillet:
hor ve hakir görülme, alçal-
ma.
ahiret:
dünya hayatından son-
ra başlayıp ebediyen devam
edecek olan ikinci hayat.
asr:
yüzyıl, asır.
âyât:
Kur’ân ayetleri.
ayet:
Kur’ân’ın her bir cümle-
si.
bedevî:
çölde ve iptidaî tarz-
da yaşayan, medenî olmayan.
belâgat:
söz ve yazıda sanatlı
ve tesirli ifade; sözün güzel
olmakla beraber yerinde, hâl
ve makama uygun olması.
beliğ:
belâgatle, düzgün ve sa-
natlı olarak meramını anlatan.
dâhî:
son derece zeki, anla-
yışlı, deha sahibi.
davet:
çağırma, çağrı.
edip:
güzel ve sanatlı söz söy-
leyen veya yazan, bu şekilde
eserler meydana getiren.
enaniyet:
kendini beğenme,
bencillik, egoistlik.
fevkalâde:
olağanüstü.
fevkinde:
üstünde.
gurur:
kibir, böbürlenme.
harika:
olağanüstü.
helâket:
yıkılma, mahvolma.
icma:
fikir birliği etme, görüş
birliğine varma.
ilân:
yayma, duyurma.
ilm-i belâgat:
belâgat ilmi.
imam:
bir ilimde sözü delil
kabul edilebilecek derecede
derin ve geniş bilgi sahibi olan
âlim.
1.
Artık emrolunduğun şeyi çatlatırcasına açıkla. (Hicr Suresi: 94.)
1...,217,218,219,220,221,222,223,224,225,226 228,229,230,231,232,233,234,235,236,237,...1581
Powered by FlippingBook