Şualar - page 229

kâinat üstünde, dünyanın yüzünde öyle bir perde açtı ve
ışıklandırdı ki, bu ezelî nutuk ve bu sermedî ferman, asır-
lar sıralarında dizilen zîşuurlara ders verip gösteriyor ki;
bu kâinat, bir cami-i kebir hükmünde başta semavat ve
arz olarak umum mahlûkatı hayattarâne zikir ve tesbih-
te ve vazife başında cûşuhuruşla mes’udâne ve memnu-
nâne bir vaziyette bulunduruyor, diye müşahede etti. Ve
bu ayetin derece-i belâgatini zevk ederek, sair ayetleri
buna kıyasla, kur’ân’ın zemzeme-i belâgati arzın nısfını
ve nev-i beşerin humsunu istilâ ederek, haşmet-i saltana-
tı kemal-i ihtiramla on dört asır bilâfasıla idame ettiğinin
binler hikmetlerinden bir hikmetini anladı.
Dördüncü Nokta
: kur’ân öyle hakikatli bir halâvet
göstermiş ki, en tatlı bir şeyden dahi usandıran çok tek-
rar, kur’ân’ı tilâvet edenler için değil usandırmak, belki
kalbi çürümemiş ve zevki bozulmamış adamlara tekrar-ı
tilâveti halâvetini ziyadeleştirdiği, eski zamandan beri her-
kesçe müsellem olup, darbımesel hükmüne geçmiş.
Hem, öyle bir tazelik ve gençlik ve şebabet ve garabet
göstermiş ki, on dört asır yaşadığı ve herkesin eline ko-
layca girdiği hâlde, şimdi nazil olmuş gibi tazeliğini mu-
hafaza ediyor. Her asır, kendine hitap ediyor gibi bir
gençlikte görmüş; her taife-i ilmiye ondan her vakit isti-
fade etmek için kesretle ve mebzuliyetle yanlarında bu-
lundurdukları ve üslûb-i ifadesine ittiba ve iktida ettikleri
hâlde, o üslûbundaki ve tarz-ı beyanındaki garabetini ay-
nen muhafaza ediyor.
Şualar
Y
edinci
Ş
ua
| 229 |
AYETÜ’L-KÜBRA
lisan:
dil.
mahlûkat:
Allah tarafından yara-
tılanlar.
mebzuliyet:
ucuzluk, bolluk, çok-
luk.
memnunâne:
memnun bir şekil-
de, memnun kalarak.
mes’udâne:
mutlu bir şekilde, sa-
adet içerisinde.
muhafaza:
koruma.
müsellem:
doğruluğu, gerçekliği
herkes tarafından kabul edilen.
müşahede:
bir şeyi gözle görme,
seyretme.
nazil:
nüzul eden, inen.
nev-i beşer:
insanoğlu, insanlar.
nısf:
yarım, yarı.
nutuk:
söz, konuşma, hitap.
sair:
diğer, başka, öteki.
semavat:
semalar, gökler.
sermedî:
ebedî, daimî, sürekli.
şebabet:
gençlik.
taife-i ilmiye:
ilim taifesi, ilim tah-
sil edenlerin meydana getirdiği
topluluk.
tarz-ı beyan:
açıklama ve söyle-
me şekli.
tekrar-ı tilâvet:
okunanın tekrar-
lanması.
tesbih:
Allah’ı bütün kusur ve nok-
san sıfatlardan uzak tutma, Ce-
nab-ı Hakkı şanına lâyık ifadelerle
anma.
tilâvet:
Kur’ân’ı usulüne uygun
olarak, güzel sesle ve anlamını
düşünerek okuma.
üslûb-i ifade:
ifade tarzı, ifade bi-
çimi.
üslûp:
ifade yolu, kendine has ifa-
de veya yazı tarzı.
vaziyet:
durum.
zemzeme-i belâgat:
belâgat zem-
zemesi, maksada uygun, öz ve kı-
sa söz söylemekten kaynaklanan
nağme, hoş ses.
zikir:
Allah’ın adlarını anarak dua
etme, Allah’ı anma.
zîşuur:
şuurlu, şuur sahibi.
ziyade:
Artma, çoğalma.
arz:
yer, dünya.
bilâfasıla:
fasılasız, aralıksız,
durmadan.
cami-i kebir:
büyük cami.
cûşuhuruş:
coşup taşma, kay-
nayıp taşma, neşe ve ahenk.
darbımesel:
atasözü, vecize.
derece-i belâgat:
belâgat de-
recesi.
ezelî:
ezel ile ilgili, öncesiz,
başlangıçsız.
ferman:
emir, buyruk.
garabet:
hayret vericilik, ga-
riplik, tuhaflık.
hakikat:
gerçek, esas.
halâvet:
tatlılık, şirinlik.
haşmet-i saltanat:
saltanatı-
nın haşmeti, ihtişamı, göz ka-
maştıran güzelliği.
hayattarâne:
canlı bir şekil-
de, hayat sahibi olarak.
hikmet:
İlâhî gaye, gizli se-
bep.
hitap:
birine söz söyleme, sö-
zü biri üzerine çevirme.
hums:
beşte bir.
hükmünde:
değerinde, yerin-
de.
idame:
devam ettirme, sür-
dürme.
iktida:
tâbi olma, uyma.
istifade:
faydalanma, yarar-
lanma.
istilâ:
kaplama, yayılma.
ittiba:
tâbi olma, uyma, itaat
etme.
kâinat:
yaratılmış olan şeyle-
rin tamamı, bütün âlemler,
varlıklar.
kemal-i ihtiram:
saygı ve hür-
metin son derecesi, tam ve
mükemmel hürmet görme.
kesret:
çokluk.
kıyas:
karşılaştırma, oranla-
ma.
1...,219,220,221,222,223,224,225,226,227,228 230,231,232,233,234,235,236,237,238,239,...1581
Powered by FlippingBook