ihtimaller içinde şekilsiz ve mütereddit bulunan o masnua
o has ve muvafık maslahatlı sıfatları yerleştirmek; hem,
hadsiz yollar ve tarzlarda bulunması mümkün olması nok-
tasında hadsiz imkânat ve ihtimalât içinde mütehayyir,
sergerdan, hedefsiz o mahlûka, o hikmetli keyfiyetleri ve
inayetli cihazları takmak ve teçhiz etmek, elbette küllî ve
cüz’î bütün mümkinat adedince ve her mümkinin mezkûr
mahiyet ve hüviyet, hey’et ve suret, sıfat ve vaziyetinin
imkânatı adedince tahsis edici, tercih edici, tayin edici,
ihdas edici bir Vacibü’l-Vücud’un vücub-i vücuduna ve
hadsiz kudretine ve nihayetsiz hikmetine; ve hiçbir şey ve
hiçbir şe’n ondan gizlenmediğine ve hiçbir şey ona ağır
gelmediğine ve en büyük bir şey, en küçük bir şey gibi
ona kolay geldiğine ve bir baharı bir ağaç kadar ve bir
ağacı bir çekirdek kadar sühuletle icat edebildiğine işaret-
ler ve delâletler ve şahadetler, imkân hakikatinden çıkıp,
kâinatın bu büyük şahadetinin bir kanadını teşkil ederler.
kâinatın şahadetini, her iki kanadı ve iki hakikatiyle ri-
sale-i nur eczaları ve bilhassa Yirmi İkinci ve otuz İkinci
sözler ve Yirminci ve otuz üçüncü Mektuplar tamamıy-
la ispat ve izah ettiklerinden, onlara havale ederek, bu
pek uzun kıssayı kısa kestik.
• kâinatın heyet-i mecmuasından gelen büyük ve kül-
lî şahadetin ikinci kanadını ispat eden
İkinci Hakikat:
Bu mütemadiyen çalkanan inkılâplar ve tahavvülâtlar
içinde vücudunu ve hizmetini ve zîhayat ise, hayatını
muhafazaya ve vazifesini yerine getirmeye çalışan
Şualar
Y
edinci
Ş
ua
| 239 |
AYETÜ’L-KÜBRA
anılan.
muhafaza:
koruma.
muvafık:
uygun, münasip.
mümkin:
mümkün, olabilir olan-
lar, yaratılanlar.
mümkinat:
yaratılanlar, mümkün
olanlar, imkân dâhilindekiler, ola-
bilir şeyler.
mütehayyir:
hayrete düşen, şaşı-
ran.
mütemadiyen:
sürekli olarak, de-
vamlı.
mütereddit:
tereddüt eden, ka-
rarsız.
nihayetsiz:
sonsuz, sınırsız.
sergerdan:
başı dönen, başı dön-
müş.
sühulet:
kolaylık.
şahadet:
şahit olma, şahitlik, ta-
nıklık.
şe’n:
iş.
tahavvülât:
tahavvüller, değişme-
ler.
tahsis:
has kılma, ayırma.
tarz:
biçim, şekil.
tayin:
belirleme, yerini belli et-
me.
teçhiz:
cihazlama, donatma.
teşkil:
vücut verme, şekillendir-
me.
Vacibü’l-Vücud:
varlığı zarurî ve
zatî olan; varlığı başkasının varlı-
ğına bağlı değil, kendinden olup
ezelî ve ebedî olan Allah.
vazife:
görev.
vaziyet:
durum.
vücub-i vücut:
varlığı gerekli ol-
mak, olmaması imkânsız olmak,
varlığı zarurî ve vacip olmak.
vücut:
var olma, varlık.
zîhayat:
hayat sahibi.
bilhassa:
özellikle.
delâlet:
delil olma, gösterme.
ecza:
cüzler, parçalar, kısım-
lar.
hadsiz:
sınırsız, sonsuz.
hakikat:
gerçek, esas.
havale:
bir şeyi başkasının üs-
tüne bırakma.
hey’et:
şekil, biçim, yapı.
heyet-i mecmua:
bir şeyin te-
ferruatına ve cüzlerine bakıl-
maksızın bütününün göster-
diği hâl ve manzara.
hikmet:
İlâhî gaye, yüksek bil-
gi.
hüviyet:
benlik, kimlik.
icat:
vücuda getirme, yoktan
var etme.
ihdas:
yeniden bir şey yap-
ma, ortaya koyma.
ihtimalât:
ihtimaller, olması
mümkün olan şeyler.
imkân:
mümkün olma, olabi-
lirlik.
imkânat:
imkânları olabilirlik-
ler, olması ve olmaması ihti-
mal dâhilinde olanlar.
inayet:
yardım, ihsan, lütuf.
inkılâp:
bir hâlden başka bir
hale geçme, değişme, dönüş-
me.
ispat:
doğruyu delillerle gös-
terme.
izah:
açıkça ortaya koyma, bir
konuyu ayrıntılarıyla, eksiksiz
anlatma.
kâinat:
yaratılmış olan şeyle-
rin tamamı, bütün âlemler,
varlıklar.
kıssa:
anlatılan olay, hikâye.
kudret:
güç, kuvvet, iktidar.
küllî:
umumî, genel.
masnu:
sanatla yapılmış eş-
ya, varlık.
mezkûr:
zikredilen, adı geçen,