Şualar - page 236

ve müzeyyen bir saray-ı samedânî ve muntazam bir
şehr-i rahmanî suretinde görünüyor. o kitabın bütün su-
releri, ayetleri ve kelimatları, hatta harfleri ve babları ve
fasılları ve sahifeleri ve satırları, umumunun her vakit
manidarâne mahvüispatları ve hakîmâne tağyir ve tahvil-
leri, icma ile bir Alîm-i külli Şey’in ve bir kadîr-i külli
Şey’in ve bir Musannif’in, her şeyde her şeyi gören ve
her şeyin her şeyi ile münasebetini bilen, riayet eden bir
nakkaş-ı zülcelâl’in ve bir kâtib-i zülkemal’in vücudunu
ve mevcudiyetini bilbedahe ifade ettikleri gibi, bütün er-
kân ve envaıyla ve ecza ve cüz’iyatıyla ve sekeneleri ve
müştemilâtıyla ve varidat ve masarifatıyla ve onlarda
maslahatkârâne tebdilleriyle ve hikmetperverâne tecdit-
leriyle, bilittifak, hadsiz bir kudret ve nihayetsiz bir hik-
metle iş gören âlî bir Ustanın ve misilsiz bir sâniin mev-
cudiyetini ve vahdetini bildiriyorlar. Ve kâinatın azameti-
ne münasip iki büyük ve geniş hakikatin şahadetleri, kâ-
inatın bu büyük şahadetini ispat ediyorlar.
Birinci Hakikat:
Usulüddin ve ilm-i kelâmın dâhî ule-
masının ve hükema-i İslâmiyenin gördükleri ve hadsiz bür-
hanlarla ispat ettikleri hudus ve imkân hakikatleridir. on-
lar demişler ki:
“Madem, âlemde ve her şeyde tagayyür ve tebeddül
var, elbette fânîdir, hâdistir, kadim olamaz. Madem hâ-
distir, elbette onu ihdas eden bir sâni var. Ve madem her
şeyin zatında vücudî ve ademî bir sebep bulunmazsa mü-
savidir; elbette vacip ve ezelî olamaz. Ve madem muhal
ve batıl olan devir ve teselsül ile birbirini icat etmek
ademî:
yoklukla ilgili.
âlî:
yüce, yüksek, ulu.
alîm-i Külli Şey:
her şeyi bilen
ilim sahibi Allah.
azamet:
büyüklük, ululuk.
bab:
kitabın bölümlerinden her
biri.
batıl:
boş ve manasız olan, gerçe-
ğe uymayan.
bilbedahe:
açıktan, aşikâr olarak.
bilittifak:
ittifakla, beraberce, el
birliğiyle.
bürhan:
bir şeyi ispatlamak için
kullanılan kesin delil.
cüz’iyat:
parçaya ait olan şeyler.
dâhî:
son derece zeki, anlayışlı,
deha sahibi.
devir:
dönüp dolaşma.
enva:
çeşitler, türler, neviler.
ezelî:
ezel ile ilgili, öncesiz, baş-
langıçsız.
fânî:
ölümlü, geçici.
fasıl:
kısım, bölüm.
hadis:
sonradan meydana gelen.
hadsiz:
sınırsız, sonsuz.
hakikat:
gerçek, esas.
hakîmâne:
hikmetli bir şekilde.
hikmet:
İlâhî gaye, yüksek bilgi.
hikmetperverâne:
her şeyde fay-
da ve gaye gözetir şekilde.
hudus:
yok iken var edilme.
hükema-i İslâmiye:
İslam filozof-
ları.
icat:
vücuda getirme, yoktan var
etme.
ihdas:
yeniden bir şey yapma, or-
taya koyma.
ilm-i kelâm:
Cenab-ı Hakkın zat
ve sıfatlarından, nübüvvet, haşir,
kader gibi imana ait meseleler-
den İslâmî esaslar dairesinde delil
ve bürhana dayalı olarak bahse-
den ilim.
kadim:
ezelî, öncesiz.
Kadîr-i Külli Şey:
her şeye gücü
yeten sonsuz kudret sahibi, Allah.
kâinat:
yaratılmış olan şeylerin
tamamı, bütün âlemler, varlıklar.
Kâtib-i Zülkemal:
kemal ve mü-
kemmellik sahibi olan kâtip.
kelimat:
kelimeler, sözler.
kudret:
güç, kuvvet, iktidar.
mahvüispat:
ortadan kaldırma ve
var etme.
manidarâne:
manalı şekilde.
masarifat:
masraflar, giderler.
maslahatkârâne:
yerine göre uy-
gun davranarak.
mevcudiyet:
varlık.
misil:
benzer, eş.
muhal:
imkânsız.
Musannif:
her şeyi en güzel şe-
kilde derleyip düzenleyen Allah.
münasebet:
ilgi, alâka.
münasip:
uygun.
müsavi:
eşit.
müştemilât:
şümulünde olan
şeyler, içinde bulunanlar.
müzeyyen:
ziynetlendirilmiş,
süslü.
Nakkaş-ı Zülcelâl:
her şeyi
nakışlı ve süslü yaratan celâl
sahibi Allah.
nihayetsiz:
sonsuz, sınırsız.
riayet:
uyma, tâbi olma.
Sâni:
her şeyi sanatlı olarak
yaratan Allah.
saray-ı Samedânî:
Samed olan
Cenab-ı Hakkın sarayı.
sekene:
sakin olanlar, ikamet
edenler, oturanlar.
şahadet:
şahit olma, şahitlik.
şehr-i rahmanî:
Rahman olan
Allah’ın şehri.
tagayyür:
değişme, başkalaş-
ma.
tağyir:
başkalaştırma, değiş-
tirme.
tahvil:
değiştirme, döndürme.
tebdil:
değiştirme, başka bir
hale getirme.
tebeddül:
başkalaşma, değiş-
me.
tecdit:
yenileme, tazeleme.
teselsül:
zincirleme, silsile hâ-
linde birbirini takip etme.
ulema:
âlimler, bilginler, ilim
sahipleri.
usulüddin:
inanca dair mese-
lelerden İslâmî esaslar çerçe-
vesinde bahseden kelâm il-
minin diğer adı.
vacip:
zorunlu.
vahdet:
bir ve tek olma.
varidat:
gelirler.
vücudî:
varlıkla ilgili, varlığa
dair.
zat:
kendi, öz, asıl.
AYETÜ’L-KÜBRA
| 236 |
Y
edinci
Ş
ua
Şualar
1...,226,227,228,229,230,231,232,233,234,235 237,238,239,240,241,242,243,244,245,246,...1581
Powered by FlippingBook