o
ºp
F B Gs
ódG p
¿Én
°ùr
fp
’r
G p
´r
ƒn
f r
øp
e m
¿ƒo
«r
?p
e p
ä'
Ép
e p
án
æp
°ùr
dn
Ép
H p
?Gn
ôp
àr
Mp
’r
G p
?Én
ªn
µ
p
H
p
?ƒo
Lo
h '
¤n
Yn
h p
¿Gn
ƒ`r
c
n
’r
Gn
h ¢p
Vr
Qn
’r
G p
QÉn
£r
bn
G '
¤n
Y o
ás
«°p
Sr
óo
?r
dG o
¬o
à`n
æ`n
£r
?°n
S
'
¤n
Y o
ás
«p
fGn
Qƒt
ædG o
ás
jp
ƒn
ær
©n
Ÿr
G o
¬o
à`s
«p
ªp
c
Én
M …/
QÉn
÷r
Gn
h p
¿Én
es
õdGn
h p
QÉn
°ür
Yn
’r
G
p
?Én
ªn
µ
p
H Gk
ô°r
ün
Y n
ôn
°ûn
Y n
án
©n
Hr
Qn
G »/
a p
ôn
°ûn
Ñdr
G ¢p
ùr
ªo
Nn
h ¢p
Vr
Qn
’r
G p
?r
°üp
f
p
ás
«°p
Sr
óo
?r
dG p
?p
Qn
ƒo
°S p
´Én
ªr
Lp
Ép
H n
øn
gr
ôn
Hn
h n
óp
¡n
°T Gn
òn
c
n
h @ p
?Én
°ûp
àr
Mp
’r
G
/
?p
QGn
ƒr
fn
Gn
h /
?p
QGn
ô°r
Sn
G p
?o
aGn
ƒn
àp
Hn
h p
ás
«p
¡'
dp
’r
G p
ás
«p
fGn
Qƒt
ædG p
¬p
JÉn
j'
G p
¥Én
Øu
JÉp
Hn
h p
ás
jp
hÉn
ªs
°ùdG
(1)
@ p
¿Én
«n
©r
dGn
h p
In
ón
gÉn
°ûo
Ÿr
Ép
H /
?p
QÉn
K'
Gn
h p
¬p
JGn
ôn
ªn
Kn
h /
¬p
?p
FBÉn
?n
M p
?o
HÉn
£n
àp
Hn
h
denilmiştir.
sonra, bir fakir insana, değil fânî ve muvakkat bir tar-
layı, bir haneyi, belki koca kâinatı ve dünya kadar bir
mülk-i bâkîyi kazandıran; ve bir fânî adama ebedî bir ha-
yatın levazımatını bulduran; ve ecelin darağacını bekle-
yen bir bîçareyi idam-ı ebedîden kurtaran ve saadet-i ser-
mediyenin hazinesini açan en kıymettar sermaye-i insa-
niyenin iman olduğunu bilen mezkûr misafir ve hayat yol-
cusu, kendi nefsine dedi ki: “Haydi ileri! İmanın hadsiz
mertebelerinden bir mertebe daha kazanmak için kâina-
tın heyet-i mecmuasına müracaat edip, o da ne diyor din-
lemeliyiz, erkânından ve eczasından aldığımız dersleri tek-
mil ve tenvir etmeliyiz” diye, kur’ân’dan aldığı geniş ve
ihatalı bir dürbün ile baktı, gördü:
Bu kâinat o kadar manidar ve muntazamdır ki, müces-
sem bir kitab-ı sübhanî ve cismanî bir kur’ân-ı rabbanî
Şualar
Y
edinci
Ş
ua
| 235 |
AYETÜ’L-KÜBRA
ebedî:
sonu olmayan, daimî, sü-
rekli.
ecel:
her canlının Allah tarafından
takdir edilen ölüm vakti.
ecza:
cüzler, parçalar, kısımlar.
erkân:
rükünler, esaslar.
fânî:
ölümlü, geçici.
hazine:
zengin ve değerli kaynak.
heyet-i mecmua:
bir şeyin tefer-
ruatına ve cüzlerine bakılmaksı-
zın bütününün gösterdiği hâl ve
manzara.
idam-ı ebedî:
dirilmemek üzere
yok oluş, ahiret inancı olmadığı
için ölümü ebedî yokluğa gitmek
olarak görme.
ihatalı:
kuşatıcı.
iman:
inanma, itikat.
ins:
insan.
kâinat:
yaratılmış olan şeylerin
tamamı, bütün âlemler, varlıklar.
kemal-i ihtiram:
saygı ve hürme-
tin son derecesi, tam ve mükem-
mel hürmet.
kemal-i ihtişam:
ihtişamın deb-
debenin son derecesi.
kitab-ı Sübhanî:
kusur ve nok-
sanlardan uzak olan Cenab-ı Hak-
ka ait kitap.
kıymettar:
kıymetli, değerli.
Kur’ân-ı rabbanî:
Cenab-ı Hak-
kın terbiye ve idare edici hitabı
olan Kur’ân.
levazımat:
lüzumlu maddeler, ih-
tiyaç maddeleri.
makbul:
kabul edilen, geçerli.
manidar:
nükteli, ince manalı.
mergup:
sevilip aranan, istenilen,
beğenilen.
mertebe:
derece, basamak.
muvakkat:
geçici.
mücessem:
tecessüm etmiş, ci-
simlenmiş.
mülk-i bâkî:
daimî, kalıcı olan
mülk; daima tasarruf altında bu-
lunan mülk.
müracaat:
başvurma, danışma.
nefis:
kötü vasıfları kendisinde
toplayan, hayırlı işlerden alıkoyan
güç.
nev-i insan:
insan çeşidi, insan
cinsi.
saadet-i sermediye:
ebedî saadet,
sonsuz mutluluk.
saltanat-ı kudsiye:
kudsî salta-
nat.
sermaye-i insaniye:
insanın ser-
mayesi, insana ait sermaye.
taife:
takım, bölük, grup.
tekmil:
tamamlama, kemale er-
dirme.
Vacibü’l-Vücud:
varlığı zarurî ve
zatî olan.
Vahidü’l-Ehad:
var olan ve varlığı
her şeyde tecelli eden.
vücub-i vücut:
varlığı gerekli ol-
mak, olmaması imkânsız olmak,
varlığı zarurî ve vacip olmak.
bîçare:
çaresiz, zavallı.
cin:
gözle görünmez, lâtif ci-
simlerden ibaret yaratık.
cismanî:
maddî ve cisimli ol-
mak.
darağacı:
idama mahkûm
olanların asıldıkları sehpa.
dürbün:
uzak gören, uzağı gös-
teren.
1.
Allah’tan başka hiçbir ilâh yoktur. O öyle bir Vacibü’l-Vücud ve Vahidü'l-Ehad’dir ki, melek
ve ins ve cin taifelerinin makbulü ve mergubu olan ve bütün ayetleri her dakika kemal-i
ihtiram ile nev-i insanın yüz milyonlarcasının dilleriyle okunan, saltanat-ı kudsiyesi asırlar
ve devirler boyunca arzın ve kâinatın her tarafında devam eden, manevî ve nuranî hâki-
miyeti on dört asırdır dünyanın yarısında ve insanlığın beşte biri üzerinde kemal-i ihtişam
ile cari olan Kur’ân-ı Mu’cizülbeyan, Onun vahdet içindeki vücub-i vücuduna delâlet eder.
Ve keza o kelâm-ı İlâhî, kudsî ve semavî surelerinin icmaı, nuranî ve İlâhî ayetlerin ittifakı,
esrar ve envarının tevafuku, hakikatlerinin ve semerelerinin ve eserlerinin tetabuku ile,
bilmüşahede ve’l-ayan, Allah’ın vahdet içindeki vücub-i vücuduna şahadet edip, ispat
eder.