sonra ilhamlar cihetine baktı, gördü ki:
sadık ilhamlar, gerçi bir cihette vahye benzerler ve bir
nevi mükâleme-i rabbaniyedir, fakat iki fark vardır:
•
Birincisi
: İlhamdan çok yüksek olan vahyin ekseri me-
lâike vasıtasıyla ve ilhamın ekseri vasıtasız olmasıdır. Me-
selâ, nasıl ki bir padişahın iki suretle konuşması ve emir-
leri var:
Birisi
: Haşmet-i saltanat ve hâkimiyet-i umumiye hay-
siyetiyle bir yaverini, bir valiye gönderir. o hâkimiyetin
ihtişamını ve emrin ehemmiyetini göstermek için, bazen,
vasıta ile beraber bir içtima yapar, sonra ferman tebliğ
edilir.
İkincisi
: sultanlık ünvanıyla ve padişahlık umumî ismiy-
le değil, belki kendi şahsıyla hususî bir münasebeti ve cüz’î
bir muamelesi bulunan has bir hizmetçisi ile veya bir âmî
raiyetiyle ve hususî telefonuyla hususî konuşmasıdır.
öyle de, padişah-ı ezelî’nin, umum âlemlerin rabbi is-
miyle ve kâinat Hâlık’ı ünvanıyla, vahiyle ve vahyin hiz-
metini gören şümullü ilhamlarıyla mükâlemesi olduğu gi-
bi; her bir ferdin, her bir zîhayatın rabbi ve Hâlık’ı olmak
haysiyetiyle, hususî bir surette, fakat perdeler arkasında,
onların kabiliyetine göre bir tarz-ı mükâlemesi var.
•
İkinci fark
: Vahiy gölgesizdir, safîdir, havassa hastır.
İlham ise gölgelidir, renkler karışır, umumîdir. Melâike
âlem:
varlık sınıflarından her biri.
âmî:
bilgisiz, cahil.
cihet:
yön.
cüz’î:
küçük, az.
ehemmiyet:
önem, değer, kıy-
met.
ekser:
pek çok.
ferman:
emir, buyruk.
gerçi:
her ne kadar...
hâkimiyet:
hâkim oluş, hükme-
diş, egemenlik.
hâkimiyet-i umumiye:
varlıkların
umumuna, her şeye ve herkese
hükmetme.
Hâlık:
yoktan yaratan, her şeyi
yoktan var eden, yaratıcı; Allah.
haşmet-i saltanat:
saltanatının
haşmeti, ihtişamı, göz kamaştıran
güzelliği.
havas:
marifet ve yaşayışça üs-
tün olan, üst tabaka.
haysiyet:
şeref, onur, itibar.
hususî:
özel.
içtima:
toplantı, toplanma.
ihtişam:
muhteşemlik, şanlı
görünüş, büyük gösteriş.
ilham:
belli bilgi vasıtalarına
başvurmadan Allah tarafından
insanın kalbine veya zihnine
indirilen mana.
kabiliyet:
istidat, yetenek.
melâike:
melekler.
meselâ:
örneğin.
muamele:
davranma, davra-
nış, birine karşı her hangi bir
davranışta bulunma.
mükâleme-i rabbaniye:
Rab
olan Allah’ın zatına has ko-
nuşması.
münasebet:
ilgi, alâka, yakın-
lık.
nevi:
çeşit, tür.
padişah:
hükümdar, sultan.
Padişah-ı Ezelî:
zaman ve me-
kânla kayıtlı olmayan salta-
nat sahibi olan Cenab-ı Hak.
rab:
besleyen, yetiştiren, ver-
diği nimetlerle mahlûkatı ıs-
lah ve terbiye eden Allah.
raiyet:
bir devletin tebaası
olan ve vergi veren halk.
sadık:
doğru, gerçek, hakikî
olan.
safî:
saf olan, katışıksız, duru.
şümul:
içine alma, kaplama,
ihata etme.
tarz-ı mükâleme:
konuşma
tarzı.
tebliğ:
resmî bir yazıyı, kararı
halka veya ilgililere duyurma.
umum:
bütün.
ünvan:
şöhret, ad, isim.
vasıta:
aracılık.
yaver:
emir subayı.
zîhayat:
hayat sahibi.
AYETÜ’L-KÜBRA
| 212 |
Y
edinci
Ş
ua
Şualar