güneş etrafında seyahat eden muhteşem ve musahhar bir
sefine-i rabbaniyedir.
sonra, sahifelerine bakar, görür ki: Bablarındaki her
bir sahifesi, binler âyâtıyla arzın rabbini tanıttırıyor. Umu-
munu okumak için vakit bulamadığından, yalnız bir tek
sahife olan zîhayatın bahar faslında icat ve idaresine ba-
kar, müşahede eder ki:
Yüz bin envaın hadsiz efratlarının suretleri, basit bir
maddeden gayet muntazam açılıyor; ve gayet rahîmâne
terbiye ediliyor; ve gayet mu’cizâne, bir kısmının tohum-
larına kanatçıklar verip, onları uçurmak suretiyle neşret-
tiriliyor; ve gayet müdebbirâne idare olunuyor; ve gayet
müşfikane iaşe ve it’am ediliyor; ve gayet rahîmâne ve
rezzakane hadsiz ve çeşit çeşit ve lezzetli ve tatlı rızıkları,
hiçten ve kuru topraktan ve birbirinin misli ve farkları pek
az ve kemik gibi köklerden, çekirdeklerden, su katrelerin-
den yetiştiriliyor. Her bahara, bir vagon gibi, hazine-i
gayptan yüz bin nevi et’ime ve levazımat, kemal-i intizam
ile yüklenip zîhayata gönderiliyor. Ve bilhassa o erzak pa-
ketleri içinde yavrulara gönderilen süt konserveleri ve va-
lidelerinin şefkatli sinelerinde asılan şekerli süt tulumba-
cıklarını göndermek, o kadar şefkat ve merhamet ve hik-
met içinde görünüyor ki, bilbedahe bir rahman-ı ra-
hîm’in gayet müşfikane ve mürebbiyâne bir cilve-i rah-
meti ve ihsanı olduğunu ispat eder.
Elhâsıl
, bu sahife-i hayatiye-i bahariye haşr-i azamın
yüz bin numunelerini ve misallerini göstermekle,
Şualar
Y
edinci
Ş
ua
| 191 |
AYETÜ’L-KÜBRA
muhteşem:
haşmetli, yüce.
muntazam:
nizamlı, intizamlı, dü-
zenli ve düzgün biçimde.
musahhar:
boyun eğen, emir al-
tına giren.
müdebbirâne:
müdebbir olana
yakışır şekilde, tedbirlice.
mürebbiyâne:
mürebbî olana ya-
kışır şekilde, terbiye edecek şe-
kilde, eğiterek.
müşahede:
bir şeyi gözle görme,
seyretme.
müşfikane:
şefkatle, merhamet-
le, acıyarak.
neşretme:
dağıtma, yayma, saç-
ma.
nevi:
çeşit, tür.
numune:
örnek.
rab:
besleyen, yetiştiren, verdiği
nimetlerle mahlûkatı ıslah ve ter-
biye eden Allah.
rahîmâne:
rahîm olarak, merha-
met ederek, merhametli olarak.
rahman-ı rahîm:
Rahman ve Ra-
hîm olan Allah; dünya ve ahirette
yarattıklarına sonsuz rahmet, şef-
kat ve merhametiyle muamele
eden Allah.
rezzakane:
rızık verene, rezzaka
yakışır surette.
rızık:
Allah’ın lütuf ve ihsan ettiği
nimetler.
sahife:
sayfa.
sahife-i hayatiye-i bahariye:
ba-
hara ait hayat sayfası.
sefine-i rabbaniye:
Allah’ın ya-
rattıklarını taşıyan gemi; dünya.
seyahat:
yolculuk.
sine:
göğüs.
suret:
biçim, tarz, görünüş.
şefkat:
acıyarak ve esirgeyerek
sevme, içten ve karşılıksız mer-
hamet.
terbiye:
besleyip büyütme, yetiş-
tirme.
umum:
bütün.
valide:
ana, anne.
arz:
yer, dünya.
âyât:
işaretler, deliller; Allah’ın
varlık ve birliğine işaret eden
deliller.
bab:
kısım, bölüm, bahis.
bilbedahe:
açıktan, aşikâr ola-
rak.
bilhassa:
özellikle.
cilve-i rahmet:
Cenab-ı Hak-
kın merhamet, şefkat ve lüt-
funun görüntüsü, rahmet te-
cellileri.
efrat:
fertler, bireyler.
elhâsıl:
hâsılı, netice itibarıy-
la, kısaca.
et’ime:
yemekler, aşlar, taam-
lar.
fasıl:
kısım, bölüm.
gayet:
son derece.
hadsiz:
sınırsız, sonsuz.
hazine-i gayp:
gayp hazinesi,
var olan fakat görünmeyen
hazine.
hikmet:
İlâhî gaye, yüksek bil-
gi.
iaşe:
geçindirme, besleme, ya-
şatma.
icat:
vücuda getirme, yoktan
var etme.
ihsan:
bağışlama, ikram et-
me, lütuf.
ispat:
doğruyu delillerle gös-
terme.
it’am:
yemek yedirme, yemek
verme.
katre:
damla.
kemal-i intizam:
intizamın
mükemmel oluşu, tam ve ek-
siksiz düzen.
merhamet:
acımak, şefkat gös-
termek, korumak, esirgemek.
misal:
benzer, örnek.
misil:
benzer.
mu’cizâne:
mu’cizeli bir şekil-
de.