Hem, nasıl ki o gecede Cenab-ı Hak tarafından,
(1)
t
»p
Ñs
ædG Én
¡ t
`jn
G BÉ n
j n
?r
«n
?n
Y o
?n
Ó°s
ùdn
G
demesi, istikbalde yüzer mil-
yon insanların her biri, her gün, hiç olmazsa on defa
t
»p
Ñs
ædG Én
¡ t
`jn
G BÉ n
j n
?r
«n
?n
Y o
?n
Ó°s
ùdn
G
demelerini âmirâne iş’ar eder
ve o selâm-ı İlâhî, o kelimeye geniş bir nur ve yüksek bir
mana verir; öyle de, resul-i ekrem Aleyhissalâtü Vesse-
lâmın o selâma mukabil
(2)
n
Ú/
ëp
dÉ°s
üdG $G p
OÉn
Ñp
Y '
¤n
Yn
h Én
ær
«n
?n
Y o
?n
Ó°s
ùdn
G
demesi, istikbal-
de muazzam ümmeti ve ümmetinin salihleri selâm-ı İlâ-
hîyi temsil eden İslâmiyet’e mazhar olmasını ve İslâ-
miyet’in umumî bir şiarı olan mü’minler ortasındaki
(3)
o
?n
Ó°s
ùdG n
?r
«n
?n
Yn
h n
?r
«n
?n
Y o
?n
Ó°s
ùdn
G
umum ümmet demesini
raciyâne, dâiyâne, Hâlık’ından istediğini ifade ve ihtar
eder. Ve o sohbette hissedar olan Hazret-i Cebrail Aley-
hisselâm, emr-i İlâhî ile o gece
(4)
$G o
?ƒo
°Sn
Q Gk
ó s
ªn
ëo
e s
¿n
G o
ón
¡r
°Tn
Gn
h *G s
’p
G n
¬ '
dp
G n
B ’ r
¿n
G o
ón
¡r
°Tn
G
demesi,
bütün ümmet kıyamete kadar böyle şahadet edeceğini
ve böyle diyeceklerini mübeşşirâne haber verir. Ve bu
mükâleme-i kudsiyeyi tahattur ile, kelimelerin manaları
parlar, genişlenir.
Bu mezkûr hakikatin inkişafında bana yardım eden
garip bir hâlet-i ruhiyedir:
Bir zaman, karanlıklı bir gurbette, karanlık bir gecede,
zulmetli bir gaflet içinde, hâl-i hazırda olan bu koca
amirâne:
emrederek, emrederce-
sine, amirmiş gibi.
dâiyâne:
dua edercesine.
emr-i İlâhî:
Allah’ın emri.
gaflet:
dikkatsizlik, endişesizlik,
Allah’tan uzaklaşıp nefsin arzula-
rına dalmak.
garip:
tuhaf, şaşılacak.
hakikat:
gerçek, esas.
hâlet-i ruhiye:
insanın ruh hâli,
psikolojik durum, insanın manevî
hâli, iç durumu.
Hâlık:
yoktan yaratan, her şeyi
yoktan var eden, yaratıcı; Allah.
hâl-i hâzır:
şimdiki durum.
hissedar:
hisse sahibi, hissesi olan.
ihtar:
hatırlatma, uyarı.
inkişaf:
manevî bir sırrın veya bir
hâlin görülmesi, keşfolunması.
istikbal:
gelecek.
iş’ar:
anlatma, bildirme.
Kıyamet:
bütün kâinatın Allah ta-
rafından tayin edilen bir vakitte
yıkılıp mahvolması.
kul:
Allah’ın yarattığı mahlûk, Al-
lah’a nazaran insan; insan, abd.
mazhar:
nail olma, şereflenme.
mezkûr:
zikredilen, adı geçen, anı-
lan.
muazzam:
çok büyük, ulu, yüce.
mukabil:
karşılık.
mübeşşirâne:
müjdeleyerek.
mükâleme-i kudsiye:
yüce ve
yüksek konuşma.
peygamber:
Allah tarafından
haber getirerek İlâhî emir ve
yasakları insanlara tebliğ eden
elçi, nebî.
raciyâne:
yalvarırcasına, yal-
varır yollu.
salih:
dinin emir ve yasakları-
na uygun hareket eden, tak-
va sahibi, müttakî.
selâm-ı İlâhî:
Allah’ın selâmı,
Allah’ın rızasını kazanmak için
mü’minlerin birbirine ettiği
dua.
şahadet:
şahit olma, şahitlik,
tanıklık.
şiar:
ayırt edici alâmet, sem-
bol.
umumî:
herkesle ilgili, genel.
ümmet:
Müslümanların tama-
mı; bütün Müslümanlar.
zulmet:
karanlık.
1.
Selâm olsun sana ey Peygamber!
2.
Bize ve Allah’ın salih kullarına selâm olsun.
3
. Selâm olsun Sana; Sana da selâm olsun.
4.
Allah’tan başka hiçbir ilâh olmadığına şahadet ederim. Ve Muhammed’in, Allah’ın elçisi ol-
duğuna da şahadet ederim.
a
lTıncı
Ş
ua
| 164 | Şualar