o
Sahib
ki,
Fâtır-ı Bâkî’
dir; öyle ise güzel şeylerin ze-
valinden kederlenmemek gerektir. Çünkü onların hüsün-
lerinin menşei olan bâkî esmanın sahibi
Fâtır-ı Mutlak’
ın
bekası ve varlığıyla eşya-i müstahsene beka bulur.
o
Vâris
ki,
Bâis-i Bâkî’
dir; öyle ise ahbabın firakından
ahufizar etmemek gerektir. Çünkü her şeyi tekrar dirilte-
cek olan ve bütün onlar kendisine dönen
Bâkî-i Zülke-
mal’
in bekası ve varlığıyla, umum ahbap idam-ı ebedîden
kurtulup bir saadet-i sermediyeye mazhar olur.
o
Cemîl
ki,
Celîl-i Bâkî’
dir; öyle ise güzel şeylerin ze-
valiyle mahzun olmamak gerektir. Çünkü onlar öyle bir
Zat-ı Zülcemal’
in esmasının âyineleridir ki, kendilerinin
zevalinden sonra da o güzel esmanın bekaları devam
eder.
o
Ma’bud
ki,
Mahbub-i Bâkî’
dir; öyle ise mecazî mah-
bupların zevalinden elem çekmemek gerektir. Çünkü
Mahbub-i Hakikî’
nin bekası ve varlığıyla bütün o dostla-
rın vücutları beka bulur.
o
Rahmanürrahîm
ki,
Vedûd
ve
Raûf-i Bâkî’
dir; öyle
ise zahirî mün’im ve müşfiklerin zevaline ehemmiyet ver-
memek, onlar için gam çekmemek ve me’yus olmamak
gerektir. Çünkü rahmet ve şefkati her şeyi ihata eden
Zat-ı Zülcelâl
bâkîdir.
o
Cemîl
ki,
Lâtif
ve
Atûf-i Bâkî’
dir; öyle ise zahirî lü-
tuf ve şefkat sahiplerinin zevalinden muazzep olmamak
ve ehemmiyet vermemek gerektir. Çünkü onlara muka-
bil, hepsi onun tecelliyatından bir tek tecellinin dahi ye-
rini tutamayan
Fâtır-ı Zülcelâl
bâkîdir.
Şualar
d
ördÜncÜ
Ş
ua
| 141 |
RİSALE-İ HASBİYE
çok merhametli olan, esirgeyen,
koruyan, acıyan, sonsuz ve daimî
olan Allah.
rahman-ı Bâkî:
rahmeti bütün
herkese yayılan ve bütün yaratıl-
mışların rızıklarını ve geçim şekil-
lerini içine alan rahmetin sahibi
ve bâkî olan Allah.
rahmet:
şefkat etmek, merhamet
etmek, esirgemek.
raûf-i Bâkî:
bâkî olan ve çok acı-
yıp esirgeyen Allah.
Sahib-i bâkî:
bâkî olan gerçek sa-
hip, Allah.
şefkat:
acıyarak ve esirgeyerek
sevme, içten ve karşılıksız mer-
hamet.
tecelli:
belirme, bilinme, görün-
me.
tecelliyat:
tecelliler, görüntüler.
Vâris-i Bâkî:
bâkî olan, her şeyin
kendisine döneceği, vârislerin en
hayırlısı Allah.
Vedûd-i Bâkî:
çok şefkatli olan
ve çok sevgi beslenen, seven, se-
vilen sonsuz ve daimî olan Allah.
yeis:
ümitsizlik.
zahirî:
görünürde.
zat:
azamet ve ululuk sahibi olan.
Zat-ı Bâkî:
bâkî zat, Allah.
âh ü vah:
ah edip ağlama.
ahbap:
dostlar.
atûf-i Bâkî:
bâkî olan ve çok
şefkat ve merhamet eden Al-
lah.
azap:
eziyet, işkence.
Bais-i Bâkî:
yeniden yaratan,
ölüleri tekrar dirilten Allah.
bedel:
karşılık.
beka:
bâkîlik, ebedîlik, son-
suzluk.
Celîl-i Bâkî:
azîm, mertebesi
çok yüksek olan bâkî zat; Al-
lah.
Cemîl-i Bâkî:
varlığı sonsuz ve
sonsuz güzellik sahibi Allah.
ehemmiyet:
önem, değer, kıy-
met.
elem:
dert, üzüntü, maddî-
manevî ıztırap.
Fâtır:
benzersiz ve harika şey-
leri yaratan, her şeyi farklı fıt-
ratlarda yaratan Allah.
firak:
ayrılık, hicran.
gam:
keder, üzüntü.
ihata:
kuşatma, içine alma.
keder:
kaygı, acı, hüzün.
lâtif-i Bâkî:
her işi en güzel
şekilde yapan, çokça lütfeden,
sonsuz ve daimî olan Allah.
lütuf:
güzellik, hoşluk, iyilik,
ihsan.
Ma’bud-i Bâkî:
Bâkî ma’bud,
kendisine ibadet edilen son-
suz, daimî varlık; Cenab-ı Hak.
Mahbub-i Bâkî:
daimî, ölüm-
süz sevgili, kalıcı sevgili; Allah.
Mahbub-i Hakikî:
gerçek, doğ-
ru sevgili; Cenab-ı Allah.
mahzun:
hüzünlü, kederli, kay-
gılı, dertli, üzüntülü.
mecazî:
mecaza ait, gerçek
olmayan.
menşe:
esas, kaynak.
rahîm-i bâkî:
merhamet eden,