İşte, bu mezkûr misallere kıyasen esma-i Hüsnanın
her birisinin kendine mahsus öyle kudsî bir cemali var ki,
bir tek cilvesi koca bir âlemi ve hadsiz bir nev’i güzelleş-
tiriyor. Bir tek çiçekte bir ismin cilve-i cemalini gördüğün
gibi; bahar dahi bir çiçektir ve cennet dahi görülmedik
bir çiçektir; baharın tamamına bakabilirsen ve cenneti
iman gözüyle görebilirsen, bak, gör; cemal-i sermedînin
derece-i haşmetini anla. o güzelliğe karşı iman güzelli-
ğiyle ve ubudiyet cemali ile mukabele etsen, çok güzel
bir mahlûk olursun. eğer dalâletin hadsiz çirkinliğiyle ve
isyanın menfur kubhuyla mukabele edip karşılasan, en
çirkin bir mahlûk olmakla beraber, bütün güzel mevcu-
datın manen menfurları olursun.
Beşinci Nokta
: nasıl ki yüzer hüner ve sanat ve kemal
ve cemalleri bulunan bir zat, her bir hüner kendini teşhir
etmek ve her bir güzel sanat kendini takdir ettirmek ve
her bir kemal kendini izhar etmek ve her bir cemal ken-
dini göstermek istemesi kaidesince, o zat dahi bütün hü-
nerlerini ve sanatlarını ve kemalatını ve gizli güzellikleri-
ni tarif edecek, teşhir edecek, gösterecek olan bir harika
sarayı yapmış; her kim o mu’cizeli sarayı temaşa etse,
birden ustasının ve sahibinin hünerlerine ve mehasinine
ve kemalatına intikal eder ve gözüyle görür gibi inanır,
tasdik eder. Ve der ki: “Her cihetle güzel ve hünerli ol-
mayan bir zat, böyle her cihetle güzel bir eserin masda-
rı, mucidi ve taklitsiz muhterii olamaz. Belki, onun ma-
nevî hüsünleri ve kemalleri bu saray ile tecessüm etmiş
gibidir” hükmeder. Aynen öyle de, bu kâinat denilen
Şualar
d
ördÜncÜ
Ş
ua
| 133 |
RİSALE-İ HASBİYE
has olan.
manen:
mana bakımından, ma-
naca.
manevî:
manaya ait, maddî ol-
mayan.
mastar:
bir şeyin çıktığı yer, kay-
nak, temel.
mehasin:
güzellikler, iyilikler.
menfur:
kendisinden nefret edi-
len, sevilmeyen, iğrenç.
mezkûr:
zikredilen, adı geçen, anı-
lan.
misal:
örnek.
mucit:
yaratan, yoktan var eden.
mu’cize:
benzerini yapmaktan in-
sanların aciz kaldığı şey.
muhteri:
icat eden, yeni bir şey
bulan, yeni bir şey meydana geti-
ren, mucit.
mukabele:
karşılık verme, karşı-
lama.
nevi:
çeşit, tür.
takdir:
beğenme, beğendiğini be-
lirtme.
tasdik:
bir şeyin veya kimsenin
doğruluğuna kesin olarak hük-
metme.
tecessüm:
cisimleşme, cisim hâli-
ne gelme.
teşhir:
gösterme, sergileme.
ubudiyet:
kulluk.
zat:
azamet ve ululuk sahibi olan.
cemal-i Sermedî:
zaman ve
mekân gibi bütün kayıtlardan
bağımsız olan güzellik.
cihet:
yön, sebep, vesile.
cilve:
tecelli, görüntü.
cilve-i cemal:
güzellik görün-
tüsü.
dalâlet:
Hak ve hakikatten
sapma, doğru yoldan ayrılma,
azma.
derece-i haşmet:
ihtişam, aza-
met ve heybetin derecesi.
Esma-i Hüsna:
Allah’ın adları,
Allah’ın doksan dokuz güzel
ismi.
harika:
olağanüstü.
hükmetme:
karar vermek,
inanca varmak.
hüner:
marifet, bilgililik, usta-
lık, maharet.
hüsün:
güzellik.
iman:
inanma, itikat.
intikal:
bir konudan başka ko-
nuya geçme, bir konu vasıta-
sıyla başka bir konuyu anla-
ma.
isyan:
başkaldırma, itaatsizlik,
emre karşı gelme.
izhar:
ortaya koyma, açığa çı-
karma, gösterme.
kaide:
kural, esas, düstur.
kâinat:
yaratılmış olan şeyle-
rin tamamı, bütün âlemler,
varlıklar.
kemal:
olgunluk, mükemmel-
lik, kusursuz, tam ve eksiksiz
olma.
kemalât:
faziletler, kemaller,
olgunluklar, mükemmellikler.
kubuh:
çirkinlik.
kudsî:
mukaddes, yüce.
kıyasen:
kıyas ederek.
mahlûk:
yaratık, Allah tara-
fından yaratılmış olan.
mahsus:
bir şeye veya kişiye