evsafını ve muhabbet ve gazap ve şefkat gibi şuunatını
anladım, iman ederek tasdik ettim ve itiraf ederek bir
marifet yolunu daha buldum.
Üçüncü Vecih:
hayatımda nakışları ve cilveleri bulu-
nan esma-i İlâhiyeye âyinedarlıktır.
evet,
ben kendi hayatıma ve cismime baktıkça, yüzer
tarzda mu’cizâne eserler, nakışlar, sanatlar görmekle be-
raber, çok şefkatkârâne beslendiğimi müşahede ettiğim-
den, beni yaratan ve yaşatan Zat ne kadar fevkalâde sa-
havetli, merhametli, sanatkâr, lütufkâr; ne derece harika
iktidarlı
–tabirde hata olmasın–
maharetli, hüşyar işgüzar
olduğunu iman nuruyla bildim; tesbih ve takdis ve hamd
ve şükür ve tekbir ve tazim ve tevhid ve tehlil gibi fıtrat
vazifeleri ve hilkat gayeleri ve hayat neticeleri ne olduğu-
nu bildim; ve kâinatta en kıymettar mahlûk hayat oldu-
ğunun sebebini ve her şey hayata musahhar olmasının
sırrını ve hayata karşı herkeste fıtrî bir iştiyak bulunduğu-
nun hikmetini ve hayatın hayatı iman olduğunu ilmelya-
kin ile anladım.
•
Dördüncü Mesele:
“dünyadaki bu hayatımın ha-
kikî lezzeti ve saadeti nedir?” diye, yine bu
(1)
o
?«/
c
n
ƒr
dG n
ºr
© p
fn
h *G Én
æo
Ñ°r
ùn
M
ayetine baktım, gördüm ki; bu
hayatımın en saf lezzeti ve en halis saadeti imandadır.
Yani, beni yaratan ve yaşatan bir rabb-i rahîm’in mah-
lûku ve masnuu ve memlûkü ve terbiyegerdesi ve nazarı
altında olmasına ve ona her vakit muhtaç bulunmasına;
ve o ise, hem rabbim, hem İlâhım, hem bana karşı
ayet:
Kur’ân’ın her bir cümlesi.
cilve:
tecelli, görüntü.
esma-i İlâhiye:
Allah’ın isimleri.
evsaf:
vasıflar, nitelikler, özellik-
ler.
fevkalâde:
olağanüstü.
fıtrat:
yaratılış, tabiat, mizaç, huy.
fıtrî:
tabiî, yaratılıştaki, doğuştan
olan.
gaye:
maksat, hedef.
gazap:
kızgınlık, hiddet, öfke.
hakikî:
gerçek.
halis:
saf, temiz.
hamd:
Allah’a karşı şükran ve
memnuniyetini onu överek bildir-
me.
harika:
olağanüstü.
hikmet:
İlâhî gaye, gizli sebep.
hilkat:
yaratılış.
hüşyar:
akıllı, uyanık, aklı kendi-
sine yarayan.
iktidar:
güç, idareyi elinde bulun-
durma.
İlâh:
kendisine ibadet edinilen ta-
pınılan Ma’bud, Allah.
ilmelyakin:
ilim yoluyla kesin ola-
rak bilme.
iman:
inanma, itikat.
işgüzar:
becerikli, iş görür.
iştiyak:
aşırı isteme, çok fazla ar-
zu etme.
kıymettar:
kıymetli, değerli.
lütufkâr:
lütuf edici.
maharet:
mahirlik, ustalık, bece-
riklilik, hüner.
mahlûk:
yaratık, Allah tarafından
yaratılmış olan.
marifet:
bilme, derin bilgi.
masnu:
sanatla yapılmış eşya, var-
lık.
memlûk:
kul, köle.
merhamet:
acımak, şefkat gös-
termek, korumak, esirgemek.
mesele:
önemli konu.
mu’cizâne:
mu’cizeli bir şekilde.
muhabbet:
sevgi, sevme.
musahhar:
boyun eğen, emir al-
tına giren.
müşahede:
bir şeyi gözle görme,
seyrederek anlama, seyretme.
nakış:
işleme, süsleme.
nazar:
bakış, dikkat.
nur:
aydınlık, parıltı, ışık.
rab:
besleyen, yetiştiren, verdiği
nimetlerle mahlûkatı ıslah ve ter-
biye eden Allah.
rabb-i rahîm:
şefkat ve merha-
met sahibi olan Cenab-ı Hak.
saadet:
mutluluk.
saf:
halis, temiz.
sahavet:
el açıklığı, cömertlik.
sanatkâr:
sanatçı, usta.
sır:
gizli hakikat.
şefkat:
karşılıksız sevgi besle-
me, içten ve karşılıksız mer-
hamet.
şefkatkârâne:
şefkatli ve mer-
hametli bir şekilde.
şükür:
nimet ve iyiliğin sahi-
bini tanıma ve ona karşı min-
net duyma.
tabir:
ifade.
takdis:
yüceltme, mukaddes
sayma, kudsî ve mübarek say-
ma.
tarz:
biçim, şekil, suret.
tasdik:
bir şeyin veya kimse-
nin doğruluğuna kesin olarak
hükmetme.
tazim:
hürmet, ululama, bü-
yük sayma.
tehlil:
Allah’tan başka ilâh ol-
madığını ifade etme; lâ ilâhe
illâllah sözünü tekrarlama, lâ
ilâhe illâllah deme.
tekbir:
Ululama, yüceltme; Al-
lah’ı ululama.
terbiyegerde:
terbiye edilmiş,
yetiştirilmiş.
tesbih:
Allah’ı bütün kusur ve
noksan sıfatlardan uzak tut-
ma, Cenab-ı Hakkı şanına la-
yık ifadelerle anma.
tevhid:
Allah’ın bir olduğuna
inanma, birleme.
zat:
azamet ve ululuk sahibi
olan.
1.
Allah bize yeter; O ne güzel vekildir. (ÂI-i İmran Suresi: 173:)
RİSALE-İ HASBİYE
| 124 |
d
ördÜncÜ
Ş
ua
Şualar