zuhurlarını o duygular ve hissiyatla ve hassasiyetle bana
bildirsin, zevk ettirsin ve bu ehemmiyetsiz görünen hakir
ve fakir vücudumu -her mü’minin vücudu gibi- kâinata
bir güzel takvim ve ruzname ve âlem-i ekbere muhtasar
bir nüsha-i enver ve şu dünyaya bir misal-i musağğar ve
masnuatına bir mu’cize-i ezhar ve nimetlerinin her
nev’ine talip bir müşteri ve medar ve rububiyetinin ka-
nunlarına ve icraat tellerine santral gibi bir mazhar ve
hikmet ve rahmet atiyyelerine ve çiçeklerine numune
bahçesi gibi bir liste, bir fihriste ve hitabat-ı sübhaniyesi-
ne anlayışlı bir muhatap yaratmış olmakla beraber, en
büyük bir nimet olan vücudu, bu vücudumda büyütmek
ve çoğaltmak için hayatı verdi. Ve o hayat ile o nimet-i
vücudum âlem-i şahadet kadar inbisat edebiliyor.
Hem, insaniyeti verdi. o insaniyet ile, o nimet-i vücut,
manevî ve maddî âlemlerde inkişaf ederek, insana mah-
sus duygularla o geniş sofralardan istifade yolunu açtı.
Hem, İslâmiyet’i bana ihsan etti. o İslâmiyet ile, o ni-
met-i vücut, âlem-i gayp ve şahadet kadar genişlendi.
Hem, iman-ı tahkikiyi in’am etti. o iman ile, o
nimet-i vücut, dünya ve ahireti içine aldı.
Hem, o imanda, marifet ve muhabbetini verdi. Ve
marifet ve muhabbetle, o nimet-i vücut içinde daire-i
mümkinattan âlem-i vücuba ve daire-i esma-i İlâhiyeye
kadar hamdüsena ile istifade için ellerini uzatabilir bir
mertebe ihsan etti.
ahiret:
dünya hayatından sonra
başlayıp ebediyen devam edecek
olan ikinci hayat.
âlem:
varlık sınıflarından her biri.
âlem-i ekber:
en büyük âlem; kâ-
inat.
âlem-i gayp:
gayp âlemi, görün-
meyen, fakat varlığı kesin olan ve
mahiyeti Allah tarafından bilinen
başka dünyalar.
âlem-i şahadet:
gözle gördüğü-
müz, şahit olduğumuz âlem, kâ-
inat.
âlem-i vücup:
Allah’ın zatı, isim-
leri ve sıfatlarını ifade eden âlem.
daire-i esma-i İlâhiye:
Cenab-ı
Hakkın isimlerinin tecelli ettiği, gö-
ründüğü daire.
daire-i mümkinat:
kâinat, imkân
âlemi, yaratılanların tamamının
teşkil ettiği âlem.
ehemmiyetsiz:
önemsiz.
fakir:
zavallı, bîçare, âciz.
fihriste:
bir kitapta bulunan şey-
leri sırayla gösteren liste, katalog.
hakir:
küçük, ehemmiyetsiz, kıy-
metsiz.
hamdüsena:
şükür ve övgü.
hassasiyet:
hassaslık, dikkatlilik,
ihtimamlılık.
hikmet:
İlâhî gaye, yüksek bilgi.
hitabat-ı Sübhaniye:
Allah’ın ku-
sursuz ve noksansız konuşması.
icraat:
işler.
ihsan:
bağışlama, ikram etme, lü-
tuf.
iman:
inanma, itikat.
iman-ı tahkikî:
tahkikî iman, ima-
na dair bütün meseleleri incele-
yip delil ve bürhan ile inanma.
in’am:
nimetlendirme, ihsan et-
me.
inbisat:
yayılma, genişleme.
inkişaf:
ortaya çıkma, keşfolun-
ma.
insaniyet:
insanlık mahiyeti, in-
san olma hâli, insana yakışır dav-
ranış.
İslâmiyet:
Müslümanlık, semavî
dinlerin sonuncusu.
istifade:
faydalanma, yararlanma.
kâinat:
yaratılmış olan şeyle-
rin tamamı, bütün âlemler,
varlıklar.
kanun:
yasa.
maddî:
madde ile alâkalı, cis-
manî.
mahsus:
bir şeye veya kişiye
has olan.
marifet:
bilme, derin bilgi.
masnuat:
sanatla yapılmış şey-
ler.
mazhar:
bir şeyin çıktığı yer,
zuhur ettiği, göründüğü yer.
medar:
sebep, vesile.
mertebe:
derece, basamak.
misal-i musağğar:
küçültül-
müş örnek, bir şeyin bütün
özelliklerini taşıyan, ondan da-
ha küçük olan örneği.
mu’cize-i ezhar:
en zahir, en
açık bir mu’cize.
muhabbet:
sevgi, sevme.
muhatap:
kendisine hitap olu-
nan, söz söylenilen kimse.
muhtasar:
kısaltılmış, özet.
mü’min:
iman eden, inanan.
nevi:
çeşit, tür.
nimet-i vücut:
vücut ve var-
lık nimeti.
numune:
örnek.
nüsha-i enver:
çok nurlu ve
parlak nüsha.
rububiyet:
Cenab-ı Hakkın her
zaman, her yerde, her mahlû-
ka muhtaç olduğu şeyleri ver-
mesi, onu terbiye etmesi ve
idaresi altında bulundurma
vasfı.
ruzname:
günlük, günlük olay-
ların yazıldığı kâğıt ya da def-
ter.
talip:
talep eden, isteyen, is-
tekli.
zuhur:
görünme, meydana çık-
ma.
RİSALE-İ HASBİYE
| 116 |
d
ördÜncÜ
Ş
ua
Şualar