“İntisab-ı imanî tezkeresiyle kadîr-i Mutlak öyle bir
sultana istinat edersin ki, zemin yüzünde her baharda
dört yüz bin milletten mürekkep nebatat ve hayvanat or-
dularının bütün cihazatlarını kemal-i intizamla vermekle
beraber, her sene eşcar ve tuyur denilen o iki muazzam
ordusunun elbiselerini tazelendirerek yeni libaslar giydi-
rir, urbalarını ve formalarını değiştirir. Ve tavuğun ve ku-
şun fistanlarını ve çarşaflarını tazelendirdiği gibi, dağın li-
basını ve sahranın yüz örtüsünü değiştirir. Ve başta in-
san olarak hayvanatın muazzam ordusunun bütün erzak-
larını, değil medenî insanların son zamanda keşfettikleri
et ve şeker vesaire taamların hülâsaları gibi, belki yüz de-
rece o medenî hülâsalardan daha mükemmel ve bütün
taamların her nev’inden tohum ve çekirdek denilen rah-
manî hülâsalara koyup ve o hülâsaları dahi onların pişir-
melerine ve inbisatlarına dair kaderî tarifeleri içine sarıp,
muhafaza için küçücük sandukçalara koyup tevdi eder.
o sandukçukların icadı kâf-nun fabrikasından o kadar
çabuk ve kolay ve çoklukladır ki, kur’ân der: ‘Bir emirle
yapılır.’ Hem o umum hülâsalar bir şehri doldurmadığı
ve birbirine benzedikleri ve aynı madde oldukları hâlde,
rezzak-ı kerîm onlardan bir yaz mevsiminde pişirdiği
gayet mütenevvi ve leziz taamlar, zeminin bütün şehirle-
rini bir cihette doldurabilir. İşte sen, intisab-ı imanî tez-
keresiyle böyle bir nokta-i istinat bulabildiğinden, hadsiz
bir kuvvete ve kudrete dayanabilirsin.”
Ben de, ayetten bu dersimi aldıkça öyle bir kuvve-i
maneviyeyi buldum ki, değil şimdiki düşmanlarıma,
ayet:
Kur’ân’ın her bir cümlesi.
cihazat:
cihazlar, kendilerine ihti-
yaç duyulan maddî manevî alet-
ler.
cihet:
yön.
erzak:
yiyecek, içecek; yenilecek,
içilecek şeyler, azıklar.
eşcar:
ağaçlar.
fistan:
kadınların bellerinden aşa-
ğı giydikleri geniş ve uzun elbise.
forma:
hususî, özel giysiler.
gayet:
son derece.
hadsiz:
sınırsız, sonsuz.
hayvanat:
hayvanlar.
hülâsa:
bir şeyin özü, esası, temel
kısmı.
icat:
vücuda getirilme, yoktan var
edilme.
inbisat:
yayılma, genişleme.
intisab-ı imanî:
iman sebebiyle
kurulan bağ.
istinat:
dayanma, güvenme.
kaderî:
kader ile alâkalı, ilgili.
Kadîr-i Mutlak:
hiç bir kayıt ve
şarta tâbi olmaksızın her şeye gü-
cü yeten sonsuz kudret sahibi, Al-
lah.
kâf-nun:
Allah’ın bir şeye ‘ol’ de-
mesi ve anında olması anlamında
‘kün’ emri.
kemal-i intizam:
intizamın mü-
kemmel oluşu, tam ve eksiksiz
düzen.
keşif:
bulma, meydana çıkar-
ma.
kudret:
güç, kuvvet, iktidar.
Kur’ân:
Allah tarafından va-
hiy yoluyla Hz. Muhammed’e
indirilmiş, semavî kitapların
sonuncusu.
kuvve-i manevîye:
manevî
güç, moral.
leziz:
lezzetli, tatlı.
libas:
elbise, giyilecek şey, giy-
si.
medenî:
uygar, modern.
muazzam:
çok büyük, ulu, yü-
ce.
muhafaza:
koruma.
mürekkep:
den oluşmuş, -den
olma.
mütenevvi:
aynı cinsten ol-
mayan, nevi nevi, çeşit çeşit.
nebatat:
bitkiler.
nevi:
çeşit, tür.
nokta-i istinat:
dayanak nok-
tası, güvenme ve itimat nok-
tası.
rahmanî:
bütün varlıkların rı-
zıklarını münasip bir şekilde
karşılayan Allah’a ait.
rezzak-ı Kerîm:
ikram sahibi
olan rızık verici; Cenab-ı Hak.
sahra:
geniş ve susuz arazi,
çöl.
sandukça:
küçük sandık.
Sultan:
mutlak iktidar sahibi
olan; Allah.
taam:
yemek, yiyecek.
tevdi:
emanet etme, teslim
etme.
tezkere:
belge, pusula.
tuyur:
kuşlar.
umum:
bütün.
urba:
elbise, giysi.
vesaire:
ve başkaları, bunun
gibileri.
zemin:
yer.
RİSALE-İ HASBİYE
| 112 |
d
ördÜncÜ
Ş
ua
Şualar