Şualar - page 103

senin uhrevî rahmet hazinelerine ve âlem-i bekada ihsa-
natının definelerine ve dâr-ı saadette tamamıyla zuhur
eden güzel isimlerinin harika güzel cilvelerine şahadet,
işaret, beşaret ederler. Ve bütün hakikatlerin mercii ve
güneşi ve hamîsi olan Hak isminin en büyük bir şuaı, bu
hakikat-i ekber-i haşriye olduğunu iman ederek, senin
ibadına ders veriyorlar.
Ey Rabbü’l-Enbiya ve’s-Sıddıkîn!
Bütün onlar senin mülkünde, senin emrin ve kudretin
ile, senin irade ve tedbirin ile, senin ilmin ve hikmetin
ile musahhar ve muvazzaftırlar. takdis, tekbir, tahmit,
tehlil ile, küre-i arzı bir zikirhane-i azam, bu kâinatı bir
mescid-i ekber hükmünde göstermişler.
Yâ Rabbi ve Yâ Rabbü’s-Semavati ve’l-Ara-
dîn, Yâ Hâlıkî ve Yâ Hâlık-ı Külli Şey!
gökleri yıldızlarıyla, zemini müştemilâtıyla ve bütün
mahlûkatı bütün keyfiyatıyla teshir eden kudretinin ve ira-
detinin ve hikmetinin ve hâkimiyetinin ve rahmetinin hak-
kı için, nefsimi bana musahhar eyle. Ve matlûbumu ba-
na musahhar kıl. kur’ân’a ve imana hizmet için, insanla-
rın kalblerini risale-i nur’a musahhar yap. Ve bana ve
ihvanıma iman-ı kâmil ve hüsn-i hatime ver.
Hazret-i Musa Aleyhisselâma denizi ve Hazret-i İbra-
him Aleyhisselâma ateşi ve Hazret-i davud Aleyhisselâ-
ma dağı, demiri ve Hazret-i süleyman Aleyhisselâma
Şualar
Ü
çÜncÜ
Ş
ua
| 103 |
MÜNACAT
işaret:
gösterme, bildirme.
kâinat:
yaratılmış olan şeylerin
tamamı, bütün âlemler, varlıklar.
keyfiyat:
durumlar, hâller.
kudret:
güç, kuvvet.
küre-i arz:
dünya, yeryüzü.
mahlûkat:
yaratıklar, yaratılmış-
lar.
matlûp:
istenen, arzu edilen.
merci:
kaynak, baş vurulacak yer.
mescid-i ekber:
en büyük mes-
cit.
musahhar:
boyun eğdirilmiş, em-
re verilmiş, itaatkâr.
muvazzaf:
vazifeli, görevli.
mülk:
sahip olunan üzerinde ta-
sarruf hakkı bulunulan şey.
müştemilât:
içindekiler, bir şeyin
içinde bulunanlar.
nefis:
kötü vasıfları, nitelikleri ken-
disinde toplayan, iyilikten alıko-
yan, kötülüğe sevk eden güç.
rabbü’l-Enbiya ve’s-Sıddıkîn:
pey-
gamberlerin ve doğruluk sahibi
büyük zatların Rabbi olan Allah.
rahmet:
şefkat ve merhamet et-
me, acıma, esirgeme.
şahadet:
şahitlik, tanıklık.
şua:
ışık kaynağından uzanan ışık
demeti.
tahmit:
Allah’a hamd etme, Onu
övme, şükretme.
takdis:
Allah’ı her türlü kusur ve
noksandan uzak tutma, temiz ve
yüce kabul etme.
tedbir:
neticelerini düşünerek ida-
re etme, çekip çevirme.
tehlil:
“Lâ ilâhe illâllah” sözünün
tekrar edilmesi.
tekbir:
“Allah en büyüktür” ma-
nasına gelen “Allahü Ekber” sözü-
nü söyleme.
teshir etmek:
itaat ettirmek, bo-
yun eğdirmek.
uhrevî:
ahirete dair, öteki dünya-
ya ait.
yâ Hâlık-ı Külli Şey:
her şeyin ya-
ratıcısı olan Allah!
yâ Hâlıkı:
ey yaratıcım!
yâ rabbe’s-Semavati ve’l-ara-
dîn:
ey yerlerin ve göklerin Rabbi
olan Allah!
yâ rabbi:
ey bütün varlıkları ter-
biye ve idare eden Rabbim!
zemin:
yeryüzü.
zikirhane-i azam:
en büyük zikir
yeri.
zuhur etmek:
ortaya çıkmak, gö-
rünmek.
âlem-i beka:
sonsuzluk âle-
mi; ahiret.
aleyhisselâm:
selâm onun üze-
rine olsun.
beşaret etmek:
müjdelemek,
sevindirici haber vermek.
cilve:
görünme, yansıma.
dâr-ı saadet:
saadet, mutlu-
luk yeri; Cennet.
define:
hazine.
Hak:
varlığı hak olan ve her
hakkın sahibi olan anlamında
Allah’ın ismi.
hakikat:
gerçek, doğru.
hakikat-i ekber-i haşriye:
en
büyük diriliş hakikati.
hâkimiyet:
hükmediş, kont-
rol ve emir altında bulundur-
ma, itaat ettirme.
hamî:
koruyan, sahip çıkan,
gözeten.
harika:
olağanüstü, hayranlık
uyandıran.
hikmet:
yüksek bilgi; gayeli,
faydalı, anlamlı, yerli yerinde
iş görme.
hükmünde:
yerinde, değerin-
de.
hüsn-i hatime:
güzel son;
imanla ölme.
ibad:
kullar.
ihsanat:
iyilikler, bağışlar, lü-
tuflar.
ihvan:
kardeşler.
ilim:
biliş, bilgi.
iman etmek:
inanmak, itikat
etmek.
iman-ı kâmil:
mükemmel
iman.
irade:
dileme, isteme, bir şeyi
yapma veya yapmama konu-
sunda karar verebilme, ve bu
kararı yerine getirebilme gü-
cü.
iradet:
irade, istek, dileme.
1...,93,94,95,96,97,98,99,100,101,102 104,105,106,107,108,109,110,111,112,113,...1581
Powered by FlippingBook