hadsiz rahmetine mazhariyetlerini şuur-i imanî ile hisset-
tim. Ve medar-ı gam ve elem olan cüz’î ve tesirsiz şefka-
time bedel, nihayetsiz bir rahmet, onlara nezaret ve hi-
mayet ettiğini duydum, hissettim. Bir valide, veledinin
lezzetiyle, zevkiyle, rahatıyla zevklenmesi gibi, ben de o
bütün şefkat ettiğim zatların, o rahmetin himayeti altın-
daki necatlarıyla ve istirahatleriyle zevklendim ve ferah-
landım ve çok derin şükrettim.
Hem, o şuur-i imanî ile, netice-i hayatım ve sebeb-i
saadetim ve vazife-i fıtratım olan resail-i nur dahi zıya-
dan, mahvdan, faydasız kalmasından ve manen kuruma-
sından kurtulmalarını ve meyvedar, bâkî kalmalarını o in-
tisab-ı imanî ile bildim, hissettim, kanaat getirdim; kendi
bekamın lezzetinden çok ziyade bir manevî lezzet duy-
dum, tam hissettim. Çünkü, iman ettim ki, Bâkî-i zülke-
mal’in bekası ve varlığıyla, resailü’n-nur yalnız insanla-
rın hafızalarında ve kalblerinde nakşolmuyor, belki had-
siz zîşuur mahlûkatın ve ruhanîlerin bir mütalâagâhları
olmakla beraber, rıza-i İlâhîye mazhar ise, levh-i Mah-
fuz’da ve elvah-ı mahfuzada irtisam ederek sevap mey-
veleriyle tezeyyün eder. Ve bilhassa kur’ân’a mensubi-
yeti ve kabul-i nebevî ve inşaallah marzî-i İlâhî cihetiyle
bir anda vücudu ve nazar-ı rabbaniyeye mazhariyeti,
umum ehl-i dünyanın takdirinden daha ziyade kıymettar
bildim.
İşte, hayatımı ve bekamı, o resailin, hakaik-ı imaniyeyi
ispat eden her bir risalenin bekasına, devamına,
ifadesine, makbuliyetine feda etmeye her vakit hazır
Şualar
d
ördÜncÜ
Ş
ua
| 109 |
RİSALE-İ HASBİYE
me.
medar-ı elem:
dert, keder, gam
sebebi.
medar-ı gam:
keder, üzüntü se-
bebi.
mensubiyet:
mensup olma, bağlı
oluş.
meyvedar:
meyveli, yemişli.
mütalâagâh:
mütalâa yeri, etraf-
lıca düşünme, okuma ve incele-
me yeri.
nakış:
işleme, süsleme.
nazar-ı rabbaniye:
her şeyi ter-
biye ve idare eden Cenab-ı Hak-
kın bakışı, nezaret ve himayesi.
necat:
kurtuluş, kurtulma, halâs,
selâmet.
netice-i hayat:
hayatın neticesi
ve gayesi.
nezaret:
gözetme, gözden geçir-
me.
nihayetsiz:
sonsuz, sınırsız.
rahmet:
şefkat etmek, merhamet
etmek, esirgemek.
resail:
risaleler.
ruhanî:
gözle görülmeyen, cismi
olmayan, elle tutulamayan var-
lıklar.
rıza-i İlâhî:
Allah’ın rızası, hoşnut-
luğu.
sebeb-i saadet:
mutluluk vesile-
si.
sevap:
hayırlı bir işe karşı Allah
tarafından verilen mükâfat; sevap.
şuur-i imanî:
imanın verdiği bilinç,
iman bilinci.
şükür:
nimet ve iyiliğin sahibini
tanıma ve ona karşı minnet duy-
ma.
tezeyyün:
ziynetlenme, süslen-
me.
vazife-i fıtrat:
fıtrat vazifesi, ya-
ratılış vazifesi.
velet:
çocuk, oğul.
vücut:
var olma, varlık.
zat:
kişi, şahıs.
zîşuur:
şuurlu, şuur sahibi.
ziyade:
çok, fazla.
zıya:
kayıp, yitim.
bâkî:
ebedî, daimî, sürekli ve
kalıcı olan.
bedel:
karşılık.
bilhassa:
özellikle.
cihet:
yön, sebep, vesile.
cüz’î:
küçük, az.
ehl-i dünya:
dünyaya bağlı,
dünya adamı, ahireti düşün-
meyen.
elvah-ı mahfuza:
korunmuş,
muhafaza edilmiş levhalar.
faide:
fayda.
hakaik-ı imaniye:
imana ait
hakikatler, imanî gerçekler.
himayet:
koruma, esirgeme.
iman:
inanma, itikat.
inşaallah:
‘Allah izin verirse’
manasında kullanılan bir dua.
intisab-ı imanî:
iman ederek
Allah’a bağlanma.
irtisam:
emredilen şeye uy-
ma, emri yerine getirme.
ispat:
doğruyu delillerle gös-
terme.
istirahat:
dinlenme, rahatla-
ma.
kabul-i Nebevî:
nebevî kabul,
Hz. Peygamberin kabul ve rı-
zası.
kanaat:
kanma, inanma.
kıymettar:
kıymetli, değerli.
levh-i Mahfuz:
korunmuş lev-
ha, Allah’ın ezelî ilmiyle kâ-
inatta olmuş ve olacak şeyle-
rin yazılı olduğu levha.
mahlûkat:
Allah tarafından ya-
ratılanlar.
makbuliyet:
makbullük, be-
ğenilmişlik, geçerlilik.
manen:
mana bakımından,
manaca.
marzî-i İlâhî:
Allah’ın rızasına
muvafık hâl, hareket, iş, Al-
lah’ın hoşnut olacağı şeyler.
mazhar:
nail olma, şereflen-