kur’ân-ı Mu’cizülbeyan’ın hiçbir ayet-i tevhidiye-i kàtıası
ve mesail-i imaniyeden hiçbir mesele-i kudsiyesi yoktur
ki, senin vücub-i vücuduna ve kudsî sıfatlarına ve senin
vahdetine ve ehadiyetine ve esma ve sıfâtına şahadet et-
mesin ve delâleti olmasın ve işareti bulunmasın.
Hem, nasıl ki bütün o yüz binler muhbir-i sadıklar,
mu’cizatlarına ve keramatlarına ve hüccetlerine istinat
ederek senin varlığına ve birliğine şahadet ederler; öyle
de, her şeye muhit olan Arş-ı Azamın külliyat-ı umurunu
idareden tâ kalbin gayet gizli ve cüz’î hatıratını ve arzula-
rını ve dualarını bilmek ve işitmek ve idare etmeye kadar,
cereyan eden rububiyetinin derece-i haşmetini ve gözü-
müz önünde hadsiz muhtelif eşyayı birden icat eden, hiç-
bir fiil bir fiile, bir iş bir işe mâni olmadan en büyük bir
şeyi en küçük bir sinek gibi kolayca yapan kudretinin de-
rece-i azametini icma ile, ittifak ile ilân ve ihbar ve ispat
ediyorlar.
Hem, nasıl ki bu kâinatı, zîruha, hususan insana
mükemmel bir saray hükmüne getiren ve cenneti ve sa-
adet-i ebediyeyi cin ve inse ihzar eden ve en küçük bir
zîhayatı unutmayan ve en âciz bir kalbin tatminine ve
taltifine çalışan rahmetinin hadsiz genişliğini ve zerrattan
tâ seyyarata kadar bütün enva-ı mahlûkatı emirlerine ita-
at ettiren ve teshir ve tavzif eden hâkimiyetinin nihayet-
siz vüs’atini haber vererek, mu’cizat ve hüccetleriyle
ispat ederler; öyle de, kâinatı eczaları adedince risaleler
içinde bulunan bir kitab-ı kebir hükmüne getiren ve
âciz:
güçsüz.
arş-ı azam:
en büyük arş, Al-
lah’ın büyüklüğünün tecelli ettiği
yüceler yücesi İlâhî makam.
arzu:
istek.
ayet-i tevhidiye-i kàtıa:
Allah’ın
birliğini gösteren kesin ayeti, deli-
li.
cüz’î:
küçük.
delâlet:
delil olma, gösterme.
derece-i azamet:
büyüklüğün de-
recesi.
derece-i haşmet:
büyüklük ve ih-
tişamın derecesi.
dua:
Allah’a yalvarma, isteme.
ecza:
cüzler, parçalar, bölümler.
ehadiyet:
Allah’ın her bir şeyde
birliğini göstermesi.
enva-ı mahlûkat:
yaratıkların tür-
leri, çeşitleri; çeşit çeşit yaratıklar.
esma:
isimler, adlar.
fiil:
iş, oluş, hareket.
gayet:
son derece, çok.
hadsiz:
sınırsız, sonsuz.
hâkimiyet:
hükmediş, kontrol ve
emir altında bulundurma, itaat et-
tirme.
hatırat:
hatıralar, hatırlananlar.
hususan:
özellikle.
hüccet:
delil.
icat etmek:
vücuda getirmek, yok-
tan yaratmak.
icma:
fikir birliği.
idare:
yönetme, çekip çevirme.
ihbar:
haber verme.
ihzar etmek:
hazırlamak.
ilân:
açıklama, herkese duyurma.
ins:
insanlar.
ispat etmek:
doğruyu delillerle
ortaya koymak.
istinat etmek:
dayanmak.
işaret:
gösterme, bildirme.
itaat ettirmek:
emre uydurmak.
ittifak:
birleşme.
kâinat:
yaratılmış olan şeylerin
tamamı, bütün âlemler, varlıklar.
keramat:
kerametler, Allah’ın velî
kullarında görülen olağanüstü hâl
ve hareketler.
kitab-ı kebir:
büyük kitap.
kudret:
güç, kuvvet.
kudsî:
kutsal, yüce, kusursuz.
Kur’ân-ı Mu’cizülbeyan:
açıkla-
malarıyla akılları benzerini yap-
maktan âciz bırakan Kur’ân
külliyat-ı umur:
işlerin tamamı,
bütünü.
mâni:
engel.
mesail-i imaniye:
imanî mesele-
ler.
mesele-i kudsiye:
kutsal me-
sele.
mu’cizat:
mu’cizeler, Peygam-
berler tarafından ortaya ko-
nulan olağanüstü hâl ve hare-
ketler.
muhbir-i sadık:
doğru sözlü
haber verici.
muhit:
her şeyi kuşatan ve
saran.
muhtelif:
çeşitli, farklı.
nihayetsiz:
sonsuz.
rahmet:
şefkat ve merhamet
etme, acıma, esirgeme.
risale:
belirli bir konuda yazıl-
mış küçük kitap.
rububiyet:
Cenab-ı Hakkın her
zaman, her yerde ve her var-
lığa muhtaç olduğu şeyleri ver-
mesi, onları yetiştirmesi, uyum
içinde sevk ve idare etmesi.
saadet-i ebediye:
sonsuz mut-
luluk; Cennet hayatı.
seyyarat:
gezegenler.
sıfât:
nitelik, vasıf.
sıfât:
nitelik, vasıf.
şahadet:
şahitlik, tanıklık.
taltif:
iyilikle gönül alma, gö-
nül okşama.
tatmin:
doyurma, ihtiyacını
karşılama.
tavzif:
vazifelendirme, görev-
lendirme.
teshir:
boyun eğdirme, itaat
ettirme.
vahdet:
birlik.
vücub-i vücut:
varlığı zorun-
lu, gerekli ve şart olmak, ol-
maması imkânsız olmak.
vüs’at:
genişlik.
zerrat:
zerreler, en küçük par-
çalar, atomlar.
zîhayat:
hayat sahibi, canlı.
zîruh:
ruh sahibi.
MÜNACAT
| 100 |
Ü
çÜncÜ
Ş
ua
Şualar