peyda olur. o hâlde Bâkî-i sermedî’nin varlığıyla ve be-
kasıyla o hadsiz ehl-i kemal mahvolmayıp zayi olmadık-
larını bilmekle, takdir ve tahsin ile merbut ve dost oldu-
ğu hadsiz dostlarının bekaları ve devam-ı kemalâtı o şu-
ur-i imanî sahibine ulvî bir zevk verir.
Hem o şuur-i imanî ve intisap ve münasebet ve alâka-
darlık ve uhuvvet vasıtasıyla bütün dostlarımın –ki haya-
tımı ve bekamı maalmemnuniye onların saadetleri için
feda ediyorum– onların mes’udiyetleri ile hadsiz bir sa-
adet kendimde hissedebilir gördüm. Çünkü, bir samimî
dostun saadetiyle şefkatli dostu dahi saadetlenir ve lez-
zetlenir. Şu hâlde, Bâkî-i zülkemal’in bekası ve varlığıy-
la, başta resul-i ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm ve Âl ve
Ashabı olarak, umum sâdâtım ve ahbabım olan enbiya
ve evliya ve asfiya ve bütün sair hadsiz dostlarım idam-ı
ebedîden kurtulduğunu ve bir saadet-i sermediyeye maz-
hariyetlerini o şuur-i imanî ile hissettim. Ve münasebet,
alâka, uhuvvet, dostluk sırrıyla saadetleri bana in’ikâs
edip saadetlendirdiğini zevk ettim.
Hem, o şuur-i imanî ile, rikkat-i cinsiye ve şefkat-i
akraba yüzünden gelen hadsiz teellümattan kurtulup
hadsiz bir zevk-i ruhanî duydum. Çünkü, hayatımı ve be-
kamı maaliftihar onların tehlikelerden kurtulmaları için
feda etmeyi fıtrî arzu ettiğim, başta pederlerim ve valide-
lerim ve bütün neslî ve nesebî ve manevî akrabalarım,
Bâkî-i Hakikî’nin bekası ve varlığıyla mahvdan ve adem-
den ve idam-ı ebedîden ve hadsiz elemlerden kurtulup o
adem:
yokluk.
ahbap:
dostlar.
alâka:
ilgi, ilişki. bağ.
aleyhissalâtü vesselâm:
‘salât ve
selâm onun üzerine olsun’ anla-
mında Hz. Muhammed’e dua.
asfiya:
safiyet ve takva sahibi
olan, Hz. Peygamberin (asm) vâri-
si hükmünde, onun meslek ve ga-
yelerini hayata geçirmeye çalışan
âlim zatlar.
ashab:
Sahabeler, Hz. Peygambe-
ri (asm) görmüş ve onunla konuş-
muş olan Müslüman kimseler.
Bâkî-i Hakikî:
gerçek sonsuzlu-
ğun sahibi olan Allah.
Bâkî-i Zülkemal:
ebedî olan ve
mükemmellik sahibi olan Allah.
ehl-i kemal:
ermiş, manevî ma-
kamı yüksek insan.
elem:
dert, üzüntü, maddî-mane-
vî ıztırap.
enbiya:
nebîler, peygamberler.
evliya:
velîler, Allah dostları.
feda:
gözden çıkarma, uğruna ver-
me.
fıtrî:
tabiî, yaratılıştaki, doğuştan
olan.
idam-ı ebedî:
dirilmemek üzere
yok oluş, ahiret inancı olmadığı
için ölümü ebedî yokluğa git-
mek olarak görme.
in’ikâs:
aksetme, yansıma.
maaliftihar:
iftiharla, övüne-
rek, iftihar ederek.
maalmemnuniye:
memnuni-
yetle, memnunlukla, seve se-
ve.
mahv:
yok olma, ortadan kalk-
ma, batma.
manevî:
manaya ait, maddî
olmayan.
mazhariyet:
nail olma, şeref-
lenme.
mes’udiyet:
mutluluk, bahti-
yarlık, kutluluk.
nesebî:
soy ile ilgili, soyu ile
alâkalı, soy sopa ait.
neslî:
soya ait, soyla ilgili.
peder:
baba, ata.
rikkat-i cinsiye:
cinsî şefkat,
insanın kendi cinsinden olana
acıması.
saadet:
mutluluk.
saadet-i sermediye:
ebedî sa-
adet, sonsuz mutluluk.
sâdât:
seyyidler, Hz. Muham-
med’in neslinden gelenler.
sair:
diğer, başka, öteki.
sır:
gizli hakikat.
şefkat:
karşılıksız sevgi besle-
me, içten ve karşılıksız mer-
hamet.
şefkat-i akraba:
akrabaya kar-
şı olan şefkat.
şuur-i imanî:
imanın verdiği
bilinç, iman bilinci.
teellümat:
teellümler, elem,
keder, acı duymalar, tasalan-
malar.
umum:
bütün.
valide:
ana, anne.
vasıta:
aracılık.
zevk-i ruhanî:
ruha ait zevk,
ruhun hissedebildiği zevk.
RİSALE-İ HASBİYE
| 108 |
d
ördÜncÜ
Ş
ua
Şualar