belki dünyaya meydan okutturabilir bir iktidar-ı imanî
hissederek bütün ruhumla,
(1)
o
?«/
c n
ƒr
dG n
º r
©p
f n
h *G Én
æ o
Ñ°r
ùn
M
de-
dim. Ve hadsiz fakrım ve ihtiyacım cihetinde dahi bir
nokta-i istimdat için yine o ayete müracaat ettim. Bana
dedi ki:
“sen memlûkiyet ve ubudiyet intisabıyla öyle bir Ma-
lik-i kerîm’e mensup ve iaşe defterinde mukayyetsin ki,
her bahar ve yazda gayptan ve hiçten umulmadığı yer-
den ve kuru bir topraktan kaldırır, indirir tarzında yüz de-
fa zemin sofrasını ayrı ayrı yemekleriyle tezyin eder, se-
rer. güya zamanın seneleri ve her senenin günleri, bir-
biri arkasından gelen ihsan meyvelerine ve rahmet taam-
larına birer kap ve bir rezzak-ı rahîm’in küllî ve cüz’î ih-
sanat mertebelerine birer meşherdirler. İşte sen böyle bir
ganî-i Mutlak’ın abdisin. Abdiyetine şuurun varsa, senin
elim fakrın leziz bir iştiha olur.”
Ben de, o dersimi aldım. nefsimle beraber “evet evet,
doğrudur” deyip mütevekkilâne
o
?«/
c n
ƒr
dG n
º r
©p
f n
h *G Én
æ o
Ñ°r
ùn
M
dedim.
ÜçÜNCÜ MErTEBE-İ NurİYE-İ HaSBİYE
Ben o gurbetler ve hastalıklar ve mazlumiyetlerin taz-
yikiyle dünyadan alâkamı kesilmiş bularak, ebedî bir dün-
yada ve bâkî bir memlekette, daimî bir saadete namzet
olduğumu iman telkin ettiği hengâmda, “of, of!”tan vaz-
geçtim “oh, oh!” dedim. Fakat bu gaye-i hayal ve he-
def-i ruh ve netice-i fıtratın tahakkuku ancak ve ancak
Şualar
d
ördÜncÜ
Ş
ua
| 113 |
RİSALE-İ HASBİYE
küllî:
umumî, genel.
Malik-i Kerîm:
bol ihsan ve ik-
ram sahibi olan, her şeyin gerçek
sahibi Allah.
mazlumiyet:
mazlumluk, zulüm
görmüşlük.
memlûkiyet:
kulluk, kölelik.
mensup:
bir şeye veya kimseye
alâkası bulunan, bağlı olan.
mertebe-i nuriye-i hasbiye:
“Has-
bünallahü ve ni’me’l-vekil” ayeti-
nin nurunun mertebesi, seviyesi.
mertebe:
derece, basamak.
meşher:
teşhir yeri, sergi, göster-
me yeri.
mukayyet:
kayıtlı, kaydedilmiş.
müracaat:
başvurma, danışma.
mütevekkilâne:
mütevekkil ola-
rak, tevekkül ile, kadere boyun
eğerek.
namzet:
aday.
nefis:
kişinin kendisi, şahsı.
netice-i fıtrat:
yaratılışın gaye ve
neticesi.
nokta-i istimdat:
yardım ve me-
det isteme noktası.
rahmet:
şefkat etmek, merhamet
etmek, esirgemek.
rezzak-ı rahîm:
merhametiyle
rızık veren Allah.
ruh:
can.
saadet:
mutluluk.
şuur:
bir şeyin inceliklerini iyice
idrak etme, anlayış.
tahakkuk:
gerçekleşme, meyda-
na gelme, olma.
tarz:
biçim, şekil, suret.
tazyik:
sıkıntı verme, baskı yap-
ma.
telkin:
fikir aşılama, zihinde yer
ettirme.
tezyin:
süsleme, ziynetlendirme.
ubudiyet:
kulluk.
zemin:
yeryüzü.
abd:
kul, köle.
abdiyet:
kulluk.
alâka:
ilgi, ilişki. bağ.
bâkî:
ebedî, daimî, sürekli ve
kalıcı olan.
cüz’î:
bütüne ait olmayan, özel.
daimî:
sürekli, devamlı.
ebedî:
sonu olmayan, daimî,
sürekli.
elîm:
şiddetli.
fakr:
fakirlik, yoksulluk, muh-
taçlık.
Ganî-i Mutlak:
sonsuz ve sı-
nırsız zenginlik sahibi ve hiç
bir şeye ihtiyacı olmayan Al-
lah.
gaye-i hayal:
hayal edilen ga-
ye, ideal.
gayp:
his ve aklın ötesinde
kalan, insan tarafından kavra-
namayan.
güya:
sanki, sözde.
hedef-i ruh:
ruhun hedefi.
hengâm:
zaman, sıra.
iaşe:
geçindirme, besleme, ya-
şatma.
ihsan:
bağışlama, ikram et-
me, lütuf.
ihsanat:
ihsanlar, bağışlar, ni-
metler.
iktidar-ı imanî:
imandaki kuv-
vet ve güç.
iman:
inanma, itikat.
intisap:
mensup olma, bağ-
lanma, girme.
iştiha:
fazla istek, arzu.
1.
Allah bize yeter; O ne güzel vekildir. (ÂI-i İmran Suresi: 173.)