Hem, hususî olarak bir ilm-i kur’ânî ve hikmet-i ima-
niye verdi. Ve o ihsanı ile, çok mahlûkat üstüne bir te-
fevvuk verdi ve sabık noktalar gibi çok cihetlerle öyle bir
camiiyet vermiş ki, ehadiyetine ve samediyetine tam bir
âyine ve küllî ve kudsî rububiyetine geniş ve küllî bir ubu-
diyet ile mukabele edebilen bir istidat vermiş.
Ve enbiyalarla insanlara gönderdiği bütün mukaddes
kitapların ve suhufların ve fermanların icmaıyla ve bütün
enbiya ve evliya ve asfiyanın ittifakıyla, bu bendeki bulu-
nan emaneti ve hediyesi ve atiyyesi olan vücudumu ve
hayatımı ve nefsimi –ayet-i kur’âniyenin nassı ile– ben-
den satın alıyor. tâ ki, elimde faidesiz zayi olmasın ve ia-
de etmek üzere muhafaza edip, satmak pahasına, sa-
adet-i ebediyeyi ve cenneti vereceğini kat’î bir surette
çok tekrar ile vaat ve ahdettiğini ilmelyakin ve tam iman
ile anladım. Ve böyle hadsiz hayvanat ve nebatatın yüz
binler nevilerinin ve çeşitlerinin suretlerini Fettah ismiy-
le mahdut ve müteşabih katrelerden ve habbelerden ga-
yet kolay ve çabuk ve mükemmel açan ve insana sabı-
kan beyan ettiğimiz gibi hayret verici bu kadar ehemmi-
yet veren ve rububiyetin ehemmiyetli işlerine medar ya-
pan bir zat-ı zülcelâli ve’l-İkram olan rabbim, var oldu-
ğunu ve gelecek baharın icadı gibi kolay ve kat’î ve
muhakkak bir surette haşri icat ve cenneti ihsan ve
saadet-i ebediyeyi halk edeceğini bu ayet-i hasbiyeden
ders aldım. elimden gelseydi bilfiil ve gelmediği için bin-
niyet, bittasavvur, bilhayal, bütün mahlûkat dilleriyle
Şualar
d
ördÜncÜ
Ş
ua
| 117 |
RİSALE-İ HASBİYE
larının hikmeti.
hususî:
özel.
iade:
geri döndürme, geri çevir-
me.
icat:
vücuda getirilme, yoktan var
edilme.
icma:
fikir birliği etme.
ilmelyakin:
ilim yoluyla kesin ola-
rak bilme.
ilm-i Kur’ânî:
Kur’ân’a dair ilim.
istidat:
kabiliyet, yetenek.
ittifak:
birleşme, fikir birliği etme.
kat’î:
kesin, şüpheye ve tereddü-
de mahal bırakmayan.
kudsî:
mukaddes, yüce.
küllî:
umumî, genel.
mahdut:
sınırlı, belirli.
mahlûkat:
Allah tarafından yara-
tılanlar.
muhafaza:
koruma.
muhakkak:
hakikî, gerçek.
mukabele:
karşılık verme, karşı-
lama.
mukaddes:
takdis edilmiş, kutsal,
aziz, temiz.
müteşabih:
birbirlerinden ayırt
edilemeyecek tarzda nitelik bakı-
mından birbirine benzeyen.
nas:
kesin delil, açık hüküm, hüc-
cet, bürhan.
nebatat:
bitkiler.
paha:
fiyat, değer.
rab:
besleyen, yetiştiren, verdiği
nimetlerle mahlûkatı ıslah ve ter-
biye eden Allah.
saadet-i ebediye:
sonu olmayan,
sonsuz mutluluk.
sabık:
geçen, önceki.
sabıkan:
evvelce, bundan önce.
samediyet:
her şeyin Allah’a muh-
taç olması, Allah’ın hiç bir şeye
muhtaç olmaması; Cenab-ı Hak-
kın Rab ve Kayyum olması.
suhuf:
sahifeler, yapraklar.
suret:
biçim, tarz.
tefevvuk:
üstün olma, üstünlük.
ubudiyet:
kulluk.
vaat:
söz verme, ahit.
Zat-ı Zülcelâl ve’l-İkram:
ikram
ve ihsan sahibi olan celâl ve bü-
yüklük sahibi Cenab-ı Hak.
zayi:
elden çıkmış, zarar, ziyan.
ahit:
söz verme.
asfiya:
safiyet ve takva sahibi
olan, Hz. Peygamberin (asm)
vârisi hükmünde, onun mes-
lek ve gayelerini hayata ge-
çirmeye çalışan âlim zatlar.
ayet-i hasbiye:
‘Allah bize ye-
ter. O ne güzel vekildir’ mana-
sındaki ‘Hasbünallahü ve
ni’me’l-vekîl’ ayet-i kerîmesi.
ayet-i Kur’âniye:
Kur’ân’ın
ayeti.
âyine:
ayna.
beyan etmek:
açıklamak, bil-
dirmek, izah etmek.
bilfiil:
bizzat kendi çalışması
ile, kendi yaparak.
bilhayal:
hayal ile.
binniyet:
kastederek, niyetle,
niyet ederek.
bittasavvur:
tasavvur ile, ni-
yet ederek, düşünerek.
camiiyet:
toplayıcı, ihtiva ve
ihata edicilik.
cihet:
yön.
ehadiyet:
Allah’ın her bir şey-
de birliğinin tecelli etmesi, gö-
rünmesi.
ehemmiyet:
önem, değer, kıy-
met.
ehemmiyetli:
önemli.
enbiya:
nebîler, peygamber-
ler.
evliya:
velîler, Allah dostları.
faide:
fayda.
ferman:
emir, buyruk.
Fettah:
kullarının kapalı işleri-
ni açan, Cenab-ı Hak.
habbe:
tahıl tanesi.
halk:
yaratma, yaratış.
haşr:
kıyametten sonra bü-
tün insanların bir yere toplan-
maları, Allah’ın ölüleri diriltip
mahşere çıkarması.
hikmet-i imaniye:
iman esas-