doğruya kalbime baktım ve ruhumu aradım. gördüm ki;
gayet kuvvetli bir aşk-ı beka ve şedit bir muhabbet-i vü-
cut ve büyük bir iştiyak-ı hayat ve hadsiz bir acz ve niha-
yetsiz bir fakr bende hükmediyorlar. Hâlbuki müthiş bir
fenâ o bekayı söndürüyor. o hâletimde yanık bir şairin
dediği gibi dedim:
Dil bekası, hak fenâsı istedi mülk-i tenim.
Bir devasız derde düştüm, ah ki Lokman bîhaber!
Me’yusâne başımı eğdim. Birden,
(1)
o
?«/
c n
ƒr
dG n
º r
©p
f n
h *G Én
æ o
Ñ°r
ùn
M
ayeti imdadıma geldi, dedi: “Be-
ni dikkatle oku.” Ben günde beş yüz defa okudum. Be-
nim için aynelyakin suretinde inkişaf eden çok kıymettar
envarından bir kısmını ve yalnız dokuz nurunu ve merte-
besini icmalen yazıp, eskiden aynelyakin ile değil, belki
ilmelyakin ile bilinen tafsilâtını risale-i nur’a havale edi-
yorum.
BİrİNCİ MErTEBE-İ NurİYE-İ HaSBİYE
Bendeki aşk-ı beka, bendeki bekaya değil, belki
sebepsiz ve bizzat mahbup olan kemal-i mutlak sahibi
zat-ı zülkemal’in ve zülcemal’in bir isminin bir cilvesinin
mahiyetimde bir gölgesi bulunduğundan, fıtratımda o
kâmil-i Mutlak’ın varlığına ve kemaline ve bekasına mü-
teveccih olan muhabbet-i fıtriye, gaflet yüzünden yolunu
şaşırmış, gölgeye yapışmış, âyinenin bekasına âşık
olmuştu.
o
?«/
c n
ƒr
dG n
º r
©p
f n
h *G Én
æ`` o
Ñ°r
ùn
M
geldi, perdeyi kaldırdı.
acz:
zayıflık, güçsüzlük.
aşk-ı beka:
ebedî hayat aşkı, son-
suzluk aşkı.
âşık:
bir şeye tutkun, çok aşırı se-
ven, şiddetli muhabbet besleyen.
ayet:
Kur’ân’ın her bir cümlesi.
âyine:
ayna.
aynelyakin:
gözle görür derece-
de inanma; bir şeyi görerek ve
seyrederek bilme.
beka:
bâkîlik, ebedîlik, sonsuzluk.
bîhaber:
habersiz, bilgisiz.
bizzat:
kendisi, şahsen.
cilve:
tecelli, görüntü.
deva:
ilâç, çare.
dil:
gönül.
fakr:
fakirlik, yoksulluk, muhtaç-
lık.
fenâ:
yok olma, ölümlülük, geçi-
cilik.
fıtrat:
yaratılış, tabiat, mizaç, huy.
hadsiz:
sınırsız, sonsuz.
hak:
gerçek.
hâlet:
hal, durum.
havale:
bir şeyi başka bir yere
veya zamana bırakma.
hükmetme:
hâkim olma, işleme.
icmalen:
kısaltarak, kısaca, özet-
le.
ilmelyakin:
ilim yoluyla kesin ola-
rak bilme.
imdat:
yardım.
iştiyakı hayat:
hayatı aşk dere-
cesinde sevme.
Kâmil-i Mutlak:
tam, noksansız,
eksiksiz, tam mükemmel.
kemal:
olgunluk, mükemmellik,
kusursuz, tam ve eksiksiz olma.
kemal-i mutlak:
her yönüyle mü-
kemmel olan.
mahbup:
sevgili, sevilen, muhab-
bet edilen.
mahiyet:
bir şeyin aslı, esası, ni-
teliği.
mertebe-i nuriye-i hasbiye:
“Has-
bünallahü ve ni’me’l-vekil” ayeti-
nin nurunun mertebesi, seviyesi.
me’yusâne:
ümitsizce, ümitsizlik-
le, ümitsiz bir şekilde.
muhabbet-i fıtriye:
fıtrata ait sev-
gi, yaratılıştan var olan sevgi.
muhabbet-i vücut:
varlığın sev-
gisi var olma sevgisi. varlığı
sevme.
mülk-i ten:
insan vücudu, be-
deni teşkil eden şeyler.
müteveccih:
teveccüh eden,
bir tarafa, bir cihete dönen,
yönelen.
müthiş:
dehşet veren, ürkü-
ten, dehşetli, korkunç.
nihayetsiz:
sonsuz, sınırsız.
nur:
aydınlık, parıltı, ışık.
rahîm:
merhamet eden, çok
merhametli olan, esirgeyen,
koruyan, acıyan Allah.
rahman:
sonsuz merhamet
sahibi ve şefkatle bütün var-
lıkları rızıklandıran Allah.
ruh:
dirilik kaynağı, hayatın
temeli ve sebebi olan manevî
varlık.
sure:
Kur’ân-ı Kerîm’in ayrıldı-
ğı 114 bölümden her biri.
şedit:
şiddetli.
tafsilât:
geniş açıklamalar, izah-
lar.
vekil:
kullarının işlerine ve rız-
kına kefil olan, her şeyi idare-
si altında bulunduran, kendi-
sine dayanılan, gözeten, şahit
ve koruyucu Allah.
Zat-ı Zülcelâl:
sonsuz büyük-
lük ve haşmet sahibi olan zat,
Allah.
Zat-ı Zülkemal:
her türlü mü-
kemmelliğin sahibi olan Ce-
nab-ı Hak.
1.
Allah bize yeter; O ne güzel vekildir. (ÂI-i İmran Suresi: 173.)
RİSALE-İ HASBİYE
| 106 |
d
ördÜncÜ
Ş
ua
Şualar