Madem kâinatın en müntehap neticesi hayattır ve
hayatın en müntehap hülâsası ruhtur ve zîruhun en mün-
tehap kısmı zîşuurdur ve zîşuurun en camii insandır; ve
bütün kâinat ise, hayata musahhardır ve onun için çalışı-
yor; ve zîhayatlar zîruhlara musahhardır, onlar için dün-
yaya gönderiliyorlar; ve zîruhlar insanlara musahhardır,
onlara yardım ediyorlar; ve insanlar fıtraten Hâlık’ını pek
ciddî severler ve Hâlık’ları onları hem sever, hem kendi-
ni onlara her vesile ile sevdirir; ve insanın istidadı ve ci-
hazat-ı maneviyesi başka bir bâkî âleme ve ebedî bir ha-
yata bakıyor; ve insanın kalbi ve şuuru bütün kuvvetiyle
beka istiyor ve lisanı hadsiz dualarıyla beka için Hâlık’ına
yalvarıyor; elbette ve her hâlde, o çok seven ve sevilen
ve mahbup ve muhip olan insanları, dirilmemek üzere öl-
dürmekle, ebedî bir muhabbet için yaratılmış iken, ebedî
bir adavetle gücendirmek olamaz ve kabil değildir. Belki
başka bir ebedî âlemde mes’udâne yaşaması hikmetiyle,
bu dünyada çalışmak ve onu kazanmak için gönderilmiş-
tir. Ve insana tecelli eden isimlerin bu fânî ve kısa hayat-
taki cilveleriyle, âlem-i bekada onların âyinesi olan insan-
ların, ebedî cilvelerine mazhar olacaklarına işaret ederler.
evet, ebedî’nin sadık dostu, ebedî olacak; ve Bâkî’nin
ayine-i zîşuuru, bâkî olmak lâzım gelir.
Hayvanların ruhları bâkî kalacağını ve hüdhüd-i sü-
leymanî (
As
) ve nemli ve naka-i salih (
As
) ve kelb-i As-
hab-ı kehf gibi bazı efrad-ı mahsusa, hem ruhu, hem
Şualar
Ü
çÜncÜ
Ş
ua
| 97 |
MÜNACAT
de.
muhabbet:
sevgi, sevme.
muhip:
seven.
musahhar:
emre verilmiş, boyun
eğdirilmiş.
müntehap:
seçilmiş.
müntehap:
seçilmiş.
naka-i Salih:
Hz. Salih’in devesi.
neml:
karınca.
netice:
sonuç.
sadık:
dostluğu ve bağlılığı içten
olan.
şuur:
bilinç, anlayış.
tecelli etmek:
görünmek, belir-
mek.
vesile:
sebep, vasıta, yol.
zîhayat:
hayat sahibi, canlı.
zîruh:
ruh sahibi, canlı.
zîşuur:
şuur sahibi, şuurlu; anla-
ma, tanıma ve kavrama gücüne
sahip.
adavet:
düşmanlık.
âlem:
dünya.
âlem-i beka:
sonsuzluk âle-
mi; ahiret.
âyine:
ayna.
âyine-i zîşuur:
şuur sahibi ay-
na, bilinçli ayna.
bâkî:
sonsuz, devamlı, kalıcı.
beka:
sonsuzluk, devamlılık,
varlığı devam ettirme.
cami:
pek çok manaları ve ha-
kikatleri kendinde toplayan,
bir çok şeyle alâkalı olan.
ciddî:
gerçek, hakikat.
cihazat-ı maneviye:
manevî
cihazlar; hisler ve duygular.
cilve:
yansıma, görünme.
dua:
Allah’a yalvarma, isteme.
ebedî:
sonsuz, sonu olmayan.
efrad-ı mahsusa:
özel fertler.
fânî:
geçici, ölümlü.
fıtraten:
yaratılış olarak, ya-
ratılış bakımından.
hadsiz:
sınırsız, sonsuz.
Hâlık:
yaratıcı, her şeyi yok-
tan yaratan Allah.
hikmet:
gaye, maksat, sebep.
hüdhüd-i Süleymanî:
Hz. Sü-
leyman’ın haberleşme vasıta-
sı olarak kullandığı kuş.
hülâsa:
öz, özet.
istidat:
kabiliyet, yetenek.
işaret etmek:
göstermek, bil-
dirmek.
kabil:
mümkün.
kâinat:
yaratılmış olan şeyle-
rin tamamı, bütün âlemler,
varlıklar.
kelb-i ashab-ı Kehf:
Ashab-ı
Kehf’in Kıtmir isimli köpeği.
lisan:
dil.
mahbup:
sevilen.
mazhar olmak:
kavuşmak,
erişmek.
mes’udâne:
mutlu bir şekil-