hayvan ve nebatatın idare ve tedbirleri dahi, her şeye ta-
allûk eden bir ilimle ve her şeyde hükmeden nihayetsiz
bir hikmetle olabilmesi, senin ihata-i ilmine ve hikmeti-
ne delâlet eder.
Hem, zeminde kısa bir zamanda hadsiz vazifeler gören
ve hadsiz bir zaman yaşayacak gibi istidat ve manevî ci-
hazat ile teçhiz edilen ve zemin mevcudatına tasarruf
eden insan için, bu talimgâh-ı dünyada ve bu muvakkat
ordugâh-ı zeminde ve bu muvakkat meşherde, bu kadar
ehemmiyet, bu hadsiz masraf, bu nihayetsiz tecelliyat-ı
rububiyet, bu hadsiz hitabat-ı sübhaniye ve bu gayetsiz
ihsanat-ı İlâhiye, elbette ve her hâlde, bu kısacık ve hü-
zünlü ömre ve bu karışık kederli hayata, bu belâlı ve fânî
dünyaya sığışmaz. Belki, ancak başka ve ebedî bir ömür
ve bâkî bir dâr-ı saadet için olabildiği cihetinden, âlem-i
bekada bulunan ihsanat-ı uhreviyeye işaret, belki şahadet
eder.
Ey Hâlık-ı Külli Şey!
zeminin bütün mahlûkatı, senin mülkünde, senin
arzında, senin havl ve kuvvetin ile ve senin kudretin ve
iradetin ile ve ilmin ve hikmetin ile idare olunuyorlar ve
musahhardırlar. Ve zemin yüzünde faaliyeti müşahede
edilen bir rububiyet, öyle ihata ve şümul gösteriyor ve
onun idaresi ve tedbiri ve terbiyesi öyle mükemmel ve
öyle hassastır ve her taraftaki icraatı öyle birlik ve bera-
berlik ve benzemeklik içindedir ki, tecezzi kabul etmeyen
bir küll ve inkısamı imkânsız bulunan bir küllî hükmünde
Şualar
Ü
çÜncÜ
Ş
ua
| 85 |
MÜNACAT
lünme.
iradet:
irade, istek, dileme.
istidat:
kabiliyet, yetenek.
işaret:
gösterme, bildirme.
keder:
üzüntü.
kudret:
güç, kuvvet.
küll:
bütün.
küllî:
parçalardan oluşmuş bir bü-
tüne ait.
mahlûkat:
yaratıklar, yaratılmış-
lar.
manevî cihazat:
maddî olmayan
cihazlar, donanımlar; duygular.
masraf:
harcama.
meşher:
sergi yeri.
mevcudat:
yaratılmış şeylerin ta-
mamı, varlıklar.
musahhar:
boyun eğdirilmiş, em-
re verilmiş.
muvakkat:
geçici; vakitli.
mükemmel:
kusursuz, eksiksiz.
mülk:
sahip olunan üzerinde ta-
sarruf hakkı bulunulan şey.
müşahede etmek:
görmek, göz-
lemlemek.
nebatat:
bitkiler.
nihayetsiz:
sonsuz.
ordugâh-ı zemin:
yeryüzü ordu-
gâhı.
ömür:
yaşama süresi, hayat müd-
deti.
rububiyet:
Cenab-ı Hakkın her za-
man, her yerde ve her varlığa
muhtaç olduğu şeyleri vermesi,
onları yetiştirmesi, uyum içinde
sevk ve idare etmesi.
şahadet:
şahitlik, tanıklık.
şümul:
kaplama, kuşatma.
taallûk eden:
ilgili ve alâkalı olan.
talimgâh-ı dünya:
eğitim ve öğ-
renim yeri olan dünya.
taraf:
yön, yan.
tasarruf etmek:
idare etmek, kul-
lanmak.
tecelliyat-ı rububiyet:
Cenab-ı
Hakkın varlıkları, beslemesi, bü-
yütmesi, yetiştirmesi, uyum için-
de sevk ve idare etmesinin tecel-
lileri, yansımaları.
tecezzi:
bölünme, parçalanma.
teçhiz edilmek:
cihazlandırılmak,
donatılmak.
tedbir:
idare etme, çekip çevir-
me.
terbiye:
beslemek, yetiştirmek,
büyütmek.
vazife:
görev, iş.
zemin:
yer, yeryüzü.
âlem-i beka:
sonsuzluk âle-
mi; ahiret.
arz:
dünya.
bâkî:
devamlı, sonsuz.
belâ:
musibet, sıkıntı.
cihet:
yön.
dâr-ı saadet:
mutluluk yeri;
Cennet.
delâlet etmek:
delil olmak,
göstermek.
ebedî:
sonsuz, bitmeyen.
ehemmiyet:
önem.
faaliyet:
işleyiş, çalışma.
fânî:
geçici, son bulan.
gayetsiz:
sonsuz.
hadsiz:
sınırsız, sonsuz.
Hâlık-ı Külli Şey:
her şeyin
yaratıcısı olan Allah.
hassas:
duyarlı.
havl:
güç, kuvvet.
hayvanat:
hayvanlar.
hikmet:
yüksek bilgi; belirli
gayelere yönelik, faydalı, an-
lamlı, yerle yerinde iş görme.
hitabat-ı Sübhaniye:
kusur ve
noksandan uzak olan Allah’ın
kendine has hitap ve konuş-
maları.
hükmünde:
gibi, yerinde.
hüzün:
üzüntü, gam.
icraat:
işler, faaliyetler.
idare olunmak:
yönetilmek,
çekip çevirilmek.
idare:
yönetme, çekip çevir-
mesi.
ihata:
kuşatma, sarma.
ihata-i ilim ve hikmet:
ilim
ve hikmetin her şeyi kuşat-
ması, sarması.
ihsanat-ı İlâhiye:
Allah’ın ih-
sanları, lütufları.
ihsanat-ı uhreviye:
ahirette-
ki ihsanlar, ikramlar.
ilim:
biliş, bilgi.
inkısam:
kısımlara ayrılma, bö-