Şualar - page 78

hiçbir deveran ve hareket yoktur ki, böyle intizamıyla se-
nin mevcudiyetine işaret ve delâlet etmesin.
Ve hiçbir ecram-ı semaviye yoktur ki, sükûtuyla, gürül-
tüsüz vazife görerek direksiz durmalarıyla, senin rububi-
yetine ve vahdetine şahadeti ve işareti olmasın.
Ve hiçbir yıldız yoktur ki, mevzun hilkatiyle, muntazam
vaziyetiyle ve nuranî tebessümüyle ve bütün yıldızlara mü-
maselet ve müşabehet sikkesiyle senin haşmet-i ulûhiye-
tine ve vahdaniyetine işaret ve şahadette bulunmasın.
Ve on iki seyyareden hiçbir seyyare yıldız yoktur ki,
hikmetli hareketiyle ve itaatli musahhariyetiyle ve intizam-
lı vazifesiyle ve ehemmiyetli peykleriyle senin vücub-i vü-
cuduna şahadet ve saltanat-ı ulûhiyetine işaret etmesin.
evet, gökler sekeneleriyle, her biri tek başıyla şahadet
ettikleri gibi, heyet-i mecmuasıyla, derece-i bedahette
Ey Zemin ve Gökleri Yaratan Yaratıcı!
– senin
vücub-i vücuduna öyle zahir şahadet ve –
Ey Zerratı
Muntazam Mürekkebatıyla Tedbirini Gören ve
İdare Eden ve Bu Seyyare Yıldızları Manzum
Peykleriyle Döndüren, Emrine İtaat Ettiren!
senin vahdetine ve birliğine öyle kuvvetli şahadet ederler
ki, göğün yüzünde bulunan yıldızlar sayısınca nuranî
bürhanlar ve parlak deliller, o şahadeti tasdik ederler.
bürhan:
delil, ispat edici.
delâlet etmek:
delil olmak.
delil:
bilinmeyeni keşfetmek ve-
ya bilinenin doğruluğunu göster-
mek için aracı olarak kullanılan
şey.
derece-i bedahet:
ap açıklık de-
recesi.
deveran:
dönüş, dolaşma, devret-
me.
ecram-ı semaviye:
gök cisimleri.
ehemmiyet:
önem.
haşmet-i ulûhiyet:
Allah’ın ilâhlı-
ğının büyüklüğü, heybeti, haşme-
ti.
hey’et-i mecmua:
bir şeyin ta-
mamı, parçalarına bakılmaksızın
bir bütün olarak görünüşü.
hikmetli:
belirli gayelere yönelik,
faydalı, anlamlı, yerli yerinde olan.
hilkat:
yaratılış.
idare etmek:
yönetmek.
intizam:
düzen, düzenlilik, tertip.
işaret:
gösterme, bildirme.
işaret etmek:
göstermek, bildir-
mek.
itaat ettirmek:
emrine boyun eğ-
dirmek.
itaat:
söz dinleme, emre göre ha-
reket etme.
manzum:
düzenlenmiş, ölçülü.
mevcudiyet:
varlık, var olma.
mevzun:
ölçülü, düzgün.
muntazam:
düzenli, düzen-
lenmiş.
musahhariyet:
emre boyun
eğme hâli.
mümaselet:
benzerlik, ben-
zeme.
mürekkebat:
parçaların bir-
leşmesiyle meydana gelmiş
şeyler.
müşabehet:
benzeme, ben-
zeyiş.
nuranî:
nurlu, aydınlık, parlak.
peyk:
uydu.
rububiyet:
Cenab-ı Hakkın her
zaman, her yerde ve her var-
lığa muhtaç olduğu şeyleri ver-
mesi, onları yetiştirmesi, uyum
içinde sevk ve idare etmesi.
saltanat-ı ulûhiyet:
ortaklık
kabul etmeyen Allah’ın salta-
natı, hâkimiyeti.
sekene:
sakinler, bir yerde
oturanlar, kalanlar.
seyyare:
gezegen.
sikke:
damga, mühür.
sükût:
suskunluk, sessizlik.
şahadet:
şahitlik, tanıklık.
tasdik etmek:
doğrulamak,
onaylamak.
tebessüm:
gülümseme.
tedbir:
idare etme, çekip çe-
virme.
vahdaniyet:
Allah’ın bir olu-
şu.
vahdet:
birlik.
vazife:
iş, görev.
vaziyet:
durum, duruş.
vücub-i vücut:
varlığı zorun-
lu, gerekli ve şart olmak, ol-
maması imkânsız olmak.
zahir:
açık, görünen.
zemin:
yer, yeryüzü.
zerrat:
zerreler, atomlar, en
küçük parçalar.
MÜNACAT
| 78 |
Ü
çÜncÜ
Ş
ua
Şualar
1...,68,69,70,71,72,73,74,75,76,77 79,80,81,82,83,84,85,86,87,88,...1581
Powered by FlippingBook