Hatta her bir nevi –meselâ, nev-i beşer– dahi bir ağaç-
tır. kökü ve çekirdeği mazide ve semereleri, neticeleri
müstakbelde olarak hayat-ı cinsiye ve beka-i nev’î içinde
gayet muntazam kanunların bulunması gibi, hâl-i hazır
vaziyeti dahi, hayat-ı şahsiye ve hayat-ı içtimaiye düstur-
larının hükmü altında bir sikke-i tevhid ve zahirî karışık-
lıklar altında gizli, muntazam bir hatem-i vahdet ve mü-
şevveş ahval-i beşeriye altında mukadderat-ı hayatiye de-
nilen kaza ve kaderin düsturlarının hükmü altında bir
mühr-i vahdaniyet taşıyor.
ji
Hatime
Sırr-ı tevhid içinde sair erkân-ı imaniyeye birer kelâmla
kısacık birer işarettir.
ey insan-ı gafil! gel, bir kere düşün ve bu risalenin üç
Makamında beyan edilen üç Meyve, üç Muktazi, üç
Hücceti nazara al, bak ki:
Bu kâinatta tasarruf eden ve en cüz’î bir şifayı, en
küçük bir şükrü dahi nazara alan ve sinek kanadı gibi en
az bir sanatı başkalarına havale etmeyen ve vermeyen ve
lâkayt kalmayan ve en basit bir tohuma bir ağaç kadar
vazifeler ve hikmetler takan ve kendi rahmaniyetini ve
rahîmiyetini ve hâkimliğini her bir sanatıyla ihsas eden
ve kendini her bir vesile ile tanıttıran ve her bir nimetle
sevdiren bir
Sâni-i Kadîr, Hakîm, Rahîm, Alîm
, hiç
mümkün müdür ki ve hiçbir cihetle kabil midir ki,
Şualar | 61 |
i
kinci
Ş
ua
yokluğunu, geçmiş ve geleceğini
bilmesi.
kâinat:
yaratılmış olan şeylerin
tamamı, bütün âlemler, varlıklar.
kanun:
yasa.
kaza:
olacağı Cenab-ı Hak tarafın-
dan bilinen ve takdir olunan şey-
lerin zamanı gelince yaratması.
kelâm:
söz, ibare, fıkra.
lâkayt:
kayıtsız, ilgisiz.
makam:
yer, durak.
mazi:
geçmiş zaman, yaşanılan-
dan önceki zaman.
meselâ:
örneğin.
mukadderat-ı hayatiye:
kader
kalemiyle yazılmış hayatın prog-
ramı; kader, alın yazısı.
muktazi:
gerektiren, icap ettiren.
muntazam:
düzenli ve düzgün bir
biçimde.
mühr-i vahdaniyet:
birlik mührü,
Cenab-ı Hakkın birliğini gösteren
özellik, işaret, imza.
müstakbel:
gelecek zaman, istik-
bal.
müşevveş:
teşevvüşe uğramış,
düzensiz, karmakarışık.
nazar:
dikkat.
nev-i beşer:
insanoğlu, insan so-
yu; insanlar.
nevi:
çeşit, tür.
nimet:
lütuf, ihsan, bağış.
rahîm:
merhamet eden, çok mer-
hametli olan, esirgeyen, koruyan,
acıyan Allah.
rahîmiyet:
merhamet edicilik.
rahmaniyet:
Cenab-ı Hakkın kul-
larını beslemesi, koruması ve mer-
hamet etmesi vasfı.
sair:
diğer, başka, öteki.
Sâni-i Kadîr:
her şeye gücü yeten
ve her şeyi sanatlı yaratan Allah.
semere:
meyve, güzel netice.
sikke-i tevhid:
tevhit sikkesi.
sırr-ı tevhid:
Allah’ın birliğinin sır-
rı.
şifa:
bedenî ve ruhî bir hastalığın
son bulması, sağlığına kavuşma.
şükür:
nimet ve iyiliğin sahibini
tanıma ve ona karşı minnet duy-
ma.
tasarruf:
bir şeyin sahibi olup ida-
re etme, mülkünü istediği gibi kul-
lanma.
vazife:
görev.
vaziyet:
durum.
vesile:
aracı, vasıta.
zahirî:
görünürde.
ahval-i beşeriye:
insanların
halleri, durumları.
alîm:
her şeyi hakkıyla bilen
Allah.
beka-i nev’î:
bir canlı türün,
bir cinsin devamlılığı.
beyan etmek:
açıklamak, bil-
dirmek, izah etmek.
cihet:
yön.
cüz’î:
az bir parça.
düstur:
kanun, kaide.
erkân-ı imaniye:
imana ait
esaslar.
gayet:
son derece.
Hakîm:
her şeyi bir maksatla
uygun ve hikmetle yaratan,
hikmet sahibi Allah.
hâl-i hazır:
şimdiki durum.
hatem-i vahdet:
birlik müh-
rü.
hatime:
son söz, bir eserin so-
nuç kısmı.
havale:
bir şeyi başkasının üs-
tüne bırakma.
hayat-ı cinsiye:
türün deva-
mı, hayatı.
hayat-ı içtimaiye:
sosyal ha-
yat, cemiyet hayatı, toplum
hayatı.
hayat-ı şahsiye:
şahsa ait ha-
yat, özel yaşama biçimi.
hikmet:
İlâhî gaye, gizli se-
bep.
hüccet:
delil.
hüküm:
karar, emir.
ihsas:
açık anlatmadan üstü
kapalı olarak dile getirme, his-
settirme.
insan-ı gafil:
unutan, dikkat-
siz insan.
kabil:
mümkün, ihtimal daire-
sinde.
kader:
Cenab-ı Hakkın ezelî il-
mi ile, kâinatta olmuş ve ola-
cak bütün şeylerin varlık ve