müşkülâtla o mahsus zerreler gelebilirler. Hem, geldikten
sonra dahi, o cisimde dağılmadan muntazam bir vaziyeti
muhafaza etmek için –manevî ve ilmî kalıpları bulunma-
dığından– maddî ve tabiî bir kalıp, belki azaları adedince
kalıplar lâzımdır; tâ ki o gelen zerreler, o cism-i zîhayatı
teşkil etsinler.
İşte, bütün eşya bir tek zata verilmesi, vücup ve lüzum
derecesinde bir kolaylık; ve müteaddit esbaba verilmesi,
imtina ve muhal derecesinde müşkülâtlar bulunduğu gi-
bi, her şey zat-ı Vahid-i ehad’e verilse, nihayet derecede
ucuzluk içinde gayet derecede kıymettar ve fevkalâde sa-
natlı ve çok manidar ve gayet kuvvetli olur. eğer şirk yo-
lunda müteaddit esbaba ve tabiata havale edilse, nihayet
derece pahalılık içinde gayet derecede ehemmiyetsiz, sa-
natsız, manasız, kuvvetsiz olur.
Çünkü, nasıl bir adam askerlik haysiyetiyle bir kuman-
dan-ı azama intisap ve istinat ettiğinden, hem bir ordu
onun arkasında –lüzumu olursa– tahşit edilebilir bir
kuvve-i maneviyeyi, hem o kumandanın ve ordunun kuv-
veti onun ihtiyat kuvveti olmasıyla, kuvvet-i şahsiyesin-
den binler defa ziyade maddî bir kudreti, hem o ehem-
miyetli kuvvetinin menabiini ve cephanesini –ordu taşı-
dığı için– kendisi taşımaya mecbur olmadığından, fevka-
lâde işleri yapabilecek bir iktidarı kazandığından, o tek
nefer, düşman olan bir müşiri esir ve bir şehri tehcir ve
bir kaleyi teshir edebilir. Ve eseri harika ve kıymettar
olur. eğer askerliği terk edip kendi kendine kalsa, o
harika kuvve-i maneviyeyi ve o fevkalâde kudreti ve o
Şualar | 47 |
i
kinci
Ş
ua
rece, mareşal.
müşkülât:
zorluklar, sıkıntılar, im-
kânsızlıklar.
müteaddit:
çeşitli.
nefer:
asker, er.
nihayet:
son.
şirk:
Allah’a ortak koşma, Allah’tan
başka yaratıcının bulunduğuna
inanma.
tabiat:
maddî âlem.
tabiî:
tabiatı icabı olan.
tahşit:
yığma, biriktirme.
tehcir:
yurdundan çıkarma, sür-
me, zorla göç ettirme.
teshir:
zaptetme, ele geçirme.
vücup:
vacip ve lüzumlu olma,
gereklilik.
zerre:
pek ufak parça, en küçük
parça.
ziyade:
çok, fazla.
aza:
organlar, uzuvlar.
cephane:
her türlü mermi.
cism-i zîhayat:
canlıların şe-
kil ve cisimleri, hayat sahiple-
rinin vücudu.
ehemmiyet:
önem, değer, kıy-
met.
ehemmiyetli:
önemli.
esir:
savaşta düşman eline dü-
şen kimse, tutsak.
fevkalâde:
olağanüstü.
gayet:
son derece.
harika:
olağanüstü.
havale:
bir şeyi başkasının üs-
tüne bırakma.
haysiyet:
mesnet, mertebe.
ihtiyat:
tedbirli hareket etme.
iktidar:
güç yetme, yapabil-
me, bir işi gerçekleştirmek için
gereken kuvvet.
intisap:
mensup olma, bağ-
lanma, girme.
istinat:
dayanma, güvenme.
kudret:
güç, kuvvet, iktidar.
kumandan:
komutan.
kumandan-ı azam:
en büyük
kumandan.
kuvve-i maneviye:
manevî
güç, moral.
kuvvet:
fizikî güç, kudret.
kuvvet-i şahsiye:
şahsa ait
kuvvet, şahsın kendi kuvveti.
kıymettar:
kıymetli, değerli.
lüzum:
ihtiyaç, gereklik.
maddî:
madde ile alâkalı, cis-
manî.
mahsus:
ayrı, başlı başına,
müstakil.
manidar:
nükteli, ince mana-
lı.
mecbur:
zorunda kalma.
menabi:
menbalar, kaynaklar,
pınarlar.
muhal:
imkânsız.
müşir:
en yüksek askerî de-