bulunan eşyayı, emr-i
(1)
o
¿ƒ`o
µ
n
«`n
a r
øo
c
ile adem-i zahirîden
vücud-i haricîye çıkarır.
eğer
inşa ve terkip
suretinde olsa ve hiçten, ademden
icat etmeyip, belki anasırdan ve etraftan toplamak sure-
tiyle yapsa, yine nasıl ki bir taburun istirahat için her ta-
rafa dağılmış olan efratlarının bir boru sedasıyla toplan-
maları ve muntazam bir vaziyete girmeleri ve o sevkiyatı
teshil ve o vaziyeti muhafaza hususunda bütün ordu ken-
di kumandanının kuvveti ve kanunu ve gözü hükmünde
olduğu gibi; aynen öyle de, sultan-ı kâinat’ın kumanda-
sı altındaki zerreler, onun kaderî ve ilmî düsturlarıyla ve
müstevli kudretinin kanunlarıyla ve temas ettikleri sair
mevcudat dahi o sultanın kuvveti ve kanunu ve memur-
ları gibi teshilâtçı olarak o zerreler sevk olunup gelirler,
bir zîhayatın vücudunu teşkil etmek için, ilmî, kaderî bi-
rer manevî kalıp hükmünde bir miktar-ı muayyen içine
girerler, dururlar.
eğer, eşya ayrı ayrı ellere ve esbaba ve tabiat gibi şey-
lere havale edilse, o hâlde, bütün ehl-i aklın ittifakıyla,
hiçbir sebep, hiçbir cihetten, hiçten, ademden icat ede-
mez. Çünkü, o sebebin muhit bir ilmi, müstevli bir kud-
reti olmadığından, o adem ise, yalnız zahirî ve haricî bir
adem olmaz, belki adem-i mutlak olur. Adem-i mutlak
ise, hiçbir cihetle menşe-i vücut olamaz. öyle ise, her
hâlde terkip edecek. Hâlbuki, inşa ve terkip suretinde bir
sineğin, bir çiçeğin cesedini, cismini zeminin yüzünden
toplamak ve ince bir elek ile eledikten sonra binler
adem-i mutlak:
mutlak yokluk,
tam yokluk.
adem-i zahirî:
görünürde olma-
ma, dışarıdan gözükmeme.
ceset:
cisim.
cihet:
yön.
düstur:
kanun, kaide.
ehl-i akıl:
akıllı olanlar, akıl sahip-
leri.
haricî:
dışarıya ait.
havale:
bir şeyi başkasının üstü-
ne bırakma.
hükmünde:
değerinde, yerinde.
ilmî:
ilim ile ilgili, ilme dair.
inşa:
vücuda getirme, yarat-
ma.
istirahat:
dinlenme, rahatla-
ma.
ittifak:
birleşme, fikir birliği
etme.
kaderî:
kader ile alâkalı, ilgili.
kanun:
yasa.
kumanda:
komuta.
kumandan:
komutan.
kuvvet:
fizikî güç, kudret.
menşe-i vücud:
vücudun kay-
nağı.
miktar-ı muayyen:
belirli, ka-
rarlaştırılmış miktar.
muhafaza:
koruma.
seda:
ses.
sevk:
önüne katıp sürme.
sevkiyat:
sevk işi, gönderme
işi.
Sultan:
padişah, hükümdar.
Sultan-ı Kâinat:
kâinatın sul-
tanı ve sahibi olan Allah.
tabur:
dört bölükten meyda-
na gelen düzenli askerî birlik.
teshil:
kolaylaştırma, kolay ha-
le getirme.
teshilât:
kolaylaştırmalar.
teşkil:
vücut verme, şekillen-
dirme.
vaziyet:
durum.
zahirî:
görünürde.
zemin:
yer.
zerre:
pek ufak parça, en kü-
çük parça.
1.
“Ol” der; oluverir. (Yasin Suresi: 82.)
i
kinci
Ş
ua
| 46 | Şualar