rububiyet-i hususiyesi ve her şeyin tedbirini bizzat kendi-
si görmesi ve her şeyin derdini bizzat dinlemesi ve her şe-
yin hakikî maliki, sahibi, hamîsi olduğunu sırr-ı kur’ân ve
nur-i iman ile bildim; o hadsiz me’yusiyet yerinde niha-
yetsiz bir mesruriyet hissettim. Ve her bir zîhayat, öyle
bir Malik-i zülcelâl’e mensubiyeti ve memlûkiyeti cihetiy-
le, nazarımda binler derece bir ehemmiyet, bir kıymet
kesbettiler.
Çünkü, madem herkes efendisinin şerefiyle ve mensup
olduğu zatın makamıyla ve şöhretiyle iftihar eder, bir iz-
zet peyda eder; elbette nur-i iman ile bu mensubiyetin ve
memlûkiyetin inkişafı suretinde, bir karınca bir Firavun’u
o mensubiyet kuvvetiyle mağlûp ettiği gibi, o mensubiyet
şerefiyle dahi, gafil ve kendi kendine malik ve başıboş
kendini zanneden ve ecdadıyla ve mülk-i Mısır ile iftihar
eden ve kabir kapısında o iftiharı sönen bin Firavun ka-
dar iftihar edebilir. Ve sinek dahi nemrut’un sekerat
vaktinde azaba ve hicaba inkılâp eden iftiharına karşı
kendi mensubiyetinin şerefini irae edip, onunkini hiçe
indirebilir.
İşte
(1)
l
º«/
¶n
Y l
ºr
?o
¶n
d n
?r
ôu
°ûdG s
¿
p
G
ayeti, şirkte hadsiz ve çok
büyük bir zulüm bulunduğunu ifade ile bildirir.
Şirk öyle
bir cürümdür ki, her bir mahlûkun hakkına ve şerefine ve
haysiyetine bir tecavüzdür. Ancak onu cehennem
temizler.
ji
ayet:
Kur’ân’ın her bir cümlesi.
azap:
büyük sıkıntı, şiddetli acı.
bizzat:
kendisi, şahsen.
cihet:
yön.
cürüm:
hata, suç.
ecdat:
dedeler, büyük babalar,
atalar.
ehemmiyet:
önem, değer, kıy-
met.
gafil:
gaflette bulunan, endişesiz,
nefsine uyarak Allah’ın emirlerini
unutan.
hadsiz:
sınırsız, sonsuz.
hamî:
himaye eden, koruyan, gö-
zeten.
haysiyet:
şeref, onur, itibar.
hicap:
utanma, utanma duygusu,
mahcubiyet.
iftihar etme:
övünme.
iftihar:
övünme.
inkılâp:
bir hâlden diğer bir hale
geçme, değişme, dönüşme.
inkişaf:
ortaya çıkma, keşfolun-
ma.
irae:
gösterme.
izzet:
değer, itibar, şeref, yücelik.
kabir:
mezar.
kesbetme:
kazanma.
kıymet:
değer.
mağlûp etme:
yenme, galip gel-
me.
mahlûk:
yaratık, Allah tarafından
yaratılmış olan.
makam:
manevî mevki.
Malik-i Zülcelâl:
Sonsuz büyük-
lük sahibi olan, her şeyin maliki
Allah.
memlûkiyet:
kulluk, kölelik.
mensubiyet:
mensup olma, bağlı
oluş.
mensup olma:
bağlı olma, ait
olma.
mesruriyet:
mesrur olma, se-
vinme, sevinçlilik.
me’yusiyet:
ümitsizlik.
mülk-i Mısır:
Mısır toprağı, Mı-
sır ülkesi.
nihayetsiz:
sonsuz, sınırsız.
nur-i iman:
iman nuru, Al-
lah’ın varlığına, yaratıcılığına
inanmadaki gönül, kalp ve fi-
kir aydınlığı.
peyda etme:
açığa çıkma,
meydana çıkma.
rububiyet-i hususiye:
Cenab-
ı Hakkın hususî terbiyesi.
sekerat:
ölmek üzere olan bir
kişinin kendinden geçmesi.
sırr-ı Kur’ân:
Kur’ân’ın sırrı.
suret:
biçim, görünüş.
şeref:
manevî büyüklük, yü-
celik, övünülecek şey.
şirk:
Allah’a ortak koşma, Al-
lah’tan başka yaratıcının bu-
lunduğuna inanma, birden çok
tanrı bulunduğunu kabul et-
me, Allah’tan başka şeylere
tapma, müşriklik, küfür.
şöhret:
herkesçe bilinme, ta-
nınma durumu, ün.
tecavüz:
saldırma, sataşma,
başkasının hakkına dokunma.
tedbir:
idare etme, çekip çe-
virme.
zat:
kişi, şahıs.
zulüm:
haksızlık.
1.
Şüphesiz, şirk büyük bir zulümdür. (Lokman Suresi: 18.)
i
kinci
Ş
ua
| 24 | Şualar