Şualar - page 21

Yani: “
Ben ve benden evvel gelen peygamberlerin en
ziyade faziletli ve kıymetli sözleri ‘Lâ ilâhe illâllah’ kelâ-
mıdır
.”
evet, bir meyve, bir çiçek, bir ışık gibi küçücük bir
ihsan, bir nimet, bir rızık; bir küçük âyine iken, tevhidin
sırrıyla birden bütün emsaline omuz omuza verip ittisal
ettiğinden, o nevi büyük âyineye dönüp o nev’e mahsus
cilvelenen bir çeşit cemal-i İlâhîyi gösterir ve fânî,
muvakkat olan güzellik ile bâkî bir nevi hüsn-i sermedîyi
irae eder. Ve Mevlâna Celâleddin’in dediği gibi,
(1)
â°rSGnóoNp¿Énà°rSƒoH p¿Énjhoôr¡ne¢pùrµnY@â°rSÉn«pdrhnG p?GnO ¬pc?pJ'’Én«nN r¿BG
sırrıyla, bir âyine-i cemal-i İlâhî olur. Yoksa, eğer tevhid
sırrı olmazsa, o cüz’î meyve, tek başına kalır; ne o kudsî
cemal, ne de o ulvî kemali gösterir. Ve içindeki cüz’î bir
lem’a dahi söner, kaybolur. Âdeta baş aşağı olup, elmas-
tan şişeye döner.
Hem, tevhid sırrıyla, şecere-i hilkatin meyveleri olan zî-
hayatta, bir şahsiyet-i İlâhiye, bir ehadiyet-i rabbaniye ve
sıfât-ı seb’aca manevî bir sima-i rahmanî ve temerküz-i
esmaî ve
(2)
o
Ú/
©n
à°r
ùn
f n
?És
jp
Gn
h o
óo
Ñr
©n
f n
?És
jp
G
’deki hitaba muhatap
olan zatın bir cilve-i taayyünü ve teşahhusu tezahür eder.
Yoksa, o şahsiyet, o ehadiyet, o sima, o taayyünün cilve-
si inbisat ederek, kâinat nispetinde genişlenir, dağılır, giz-
lenir. Ancak, çok büyük ve ihatalı kalbî gözlere görünür.
Çünkü, azamet ve kibriya perde olur; herkesin kalbi gö-
remez.
Şualar | 21 |
i
kinci
Ş
ua
ihsan:
verilen, bağışlanan şey.
ilâh:
kendisine ibadet edinilen ve
tapınılan şey.
inbisat:
yayılma, genişleme.
irae etmek:
göstermek.
ittisal:
bitişme, birleşme.
kâinat:
yaratılmış olan şeylerin
tamamı, bütün âlemler, varlıklar.
kalbî:
samimî, içten, gönülden.
kelâm:
İlâhî söz.
kemal:
olgunluk, mükemmellik,
kusursuz, tam ve eksiksiz olma.
kıymet:
değer.
lâ ilâhe illâllah:
Allah’tan başka
ilâh yoktur.
mahsus:
başkasında bulunmayan,
bir şeye has olan.
muhatap:
kendisine hitap olunan,
söz söylenilen kimse.
muvakkat:
geçici.
nevi:
cins, çeşit, tür.
nimet:
lütuf, ihsan, bağış.
nispetinde:
oranında, ölçüsünde.
perde:
örtü.
peygamber:
Allah tarafından ha-
ber getirerek İlâhî emir ve yasak-
ları insanlara tebliğ eden elçi, ne-
bî.
sıfat-ı seb’a:
yedi sıfat; Cenab-ı
Hakkın hayat, ilim, sem’, basar,
irade, kudret, kelâm sıfatları.
sır:
gizli hakikat.
sima:
yüz, çehre.
sima-i rahmanî:
Cenab-ı Hakkın
her varlığa ihtiyacı olan rızkını ye-
tiştiren Rahmanî vechesi, manevî
yüzü.
sure:
Kur’ân-ı Kerîm’in ayrıldığı
114 bölümden her biri.
şahsiyet:
değerli, yüksek kişi.
şahsiyet-i İlâhiye:
İlâhî şahsiyet.
şecere-i hilkat:
yaratılış ağacı.
taayyün:
ortaya çıkma, belirgin
olma.
temerküz-i esmaî:
Allah’ın isim-
lerinin tecellilerinin, cilvelerinin bir
merkezde toplanması.
tezahür etmek:
ortaya çıkma, be-
lirme, görünme.
ulvî:
yüksek, yüce.
zat:
kendi.
zîhayat:
hayat sahibi.
ziyade:
çok, fazla.
âdeta:
sanki.
âyine:
ayna.
âyine-i cemal-i İlâhî:
İlâhî gü-
zellik aynası, Allah’ın güzelli-
ğini gösteren ayna.
azamet-i kibriya:
.
bâkî:
ebedî, daimî, sürekli ve
kalıcı olan.
cilve:
güzel ve hoş bir biçim-
de görünme.
cilve-i taayyün ve teşahhus:
belirgin ve tarif edilebilir olma
cilvesi, görüntüsü.
ehadiyet:
Allah’ın her bir şey-
de birliğinin tecelli etmesi, gö-
rünmesi.
ehadiyet-i rabbaniye:
terbi-
ye edici Rabbimizin her bir
şeyde birliğinin görünmesi.
elmas:
çok kıymetli bir mü-
cevher.
emsal:
eşler, benzerler.
evvel:
önce.
fânî:
ölümlü, geçici.
fazilet:
değer.
hitap:
söz söyleme, topluluğa
veya birisine karşı konuşma.
hüsn-i sermedî:
sonsuz gü-
zellik.
ihatalı:
kuşatıcı.
1.
Evliyanın tuzağı olan hayaller, Allah’ın bir bahçesi olan kâinatta cemalinin akisleridir.
2.
Ancak Sana kulluk eder, ancak Senden yardım dileriz. (Fatiha Suresi: 5.)
1...,11,12,13,14,15,16,17,18,19,20 22,23,24,25,26,27,28,29,30,31,...1581
Powered by FlippingBook