Şualar - page 29

müthiş itirazlar başladığı hengâmda, birden nur-i kur’ân,
sırr-ı iman, lütf-i rahman ile tevhid imdadıma yetişti, o
karanlıkları aydınlattı; benim bütün o ah ve oflarımı ohla-
ra ve o ağlamalarımı sürurlara ve o “Yazık!” demelerimi
(1)
*G n
?n
QÉn
H ,*G n
A=É°n
TÉn
e
’lara çevirdi,
(2)
p
¿Én
Á/
’r
G p
Qƒo
f '
¤n
Y ! o
ór
ªn
ër
dn
G
dedirtti. Çünkü, sırr-ı vahdetle şöyle gördüm ki:
Her bir mahlûk, hususan her bir zîhayatın sırr-ı tevhid
ile çok büyük neticeleri ve umumî faydaları vardır.
ezcümle:
Her bir zîhayat, meselâ bu süslü çiçek ve şu tatlıcı si-
nek, öyle manidar, İlâhî, manzum bir kasideciktir ki, had-
siz zîşuurlar onu kemal-i lezzetle mütalâa ederler; ve öy-
le kıymettar bir mu’cize-i kudrettir ve bir ilânname-i hik-
mettir ki, Sâniinin sanatını nihayetsiz ehl-i takdire cazibe-
darâne teşhir eder.
Hem, kendi sanatını kendisi temaşa etmek ve kendi ce-
mal-i fıtratını kendisi müşahede etmek ve kendi cilve-i es-
masının güzelliklerini âyineciklerde kendisi seyretmek is-
teyen Fâtır-ı Zülcelâl’in nazar-ı şuhuduna görünmek ve
mazhar olmak, gayet yüksek bir netice-i hilkatidir.
Hem, kâinattaki hadsiz faaliyeti iktiza eden tezahür-i
rububiyete ve tebarüz-i kemalât-ı İlâhiyeye,
Yirmi dör-
düncü Mektupta beyan edildiği gibi,
beş vecihle hizmeti
Şualar | 29 |
i
kinci
Ş
ua
varlıklar.
kaside:
belli bir amaçla yazılmış
divan şiiri ve bu şiirin nazım şekli.
kemal-i lezzet:
lezzetin mükem-
melliği, tam ve mükemmel lez-
zet.
lütf-i rahman:
mahlûkatına ha-
yır ve rahmet irade eden Allah’ın
lütfu.
mahlûk:
yaratık, Allah tarafından
yaratılmış olan.
manidar:
nükteli, ince manalı.
manzum:
ölçülü, sıralı, düzenlen-
miş, vezinli.
mazhar:
nail olma, şereflenme.
meselâ:
örneğin.
mu’cize-i kudret:
Cenab-ı Hakkın
kudretinin mu’cizesi.
müşahede:
bir şeyi gözle görme,
seyrederek anlama, seyretme.
mütalâa:
bir şeyi etraflıca düşün-
me, tetkik etme.
müthiş:
dehşet veren, ürküten,
dehşetli, korkunç.
nazar-ı şuhut:
şahitlerin görüş ve
düşünceleri.
netice-i hilkat:
yaratılışın netice-
si, meyvesi.
nihayetsiz:
sonsuz, sınırsız.
nur-i Kur’ân:
Kur’ân-ı Kerîm’in nu-
ru, aydınlığı, ışığı.
Sâni:
her şeyi sanatlı olarak yara-
tan Allah.
sırr-ı iman:
iman sırrı, iman haki-
kati.
sırr-ı tevhid:
Allah’ın birliğinin sır-
rı.
sırr-ı vahdet:
Cenab-ı Allah’ın
umum eşyada birden tecelli eden
birliğinin sırrı.
sürur:
sevinç, mutluluk.
tebarüz-i kemalât-ı İlâhiye:
İlâhî
mükemmelliklerin açık bir şekil-
de görünmesi, gösterilmesi.
teşhir:
gösterme, sergileme.
tevhid:
Allah’ın bir olduğuna inan-
ma, birleme.
tezahür-i rububiyet:
Cenab-ı Hak-
kın terbiye, tedbir ve idare edicili-
ğinin ortaya çıkması, görünmesi.
umumî:
herkese ait, genel.
vecih:
cihet, yön.
zîşuur:
şuurlu, şuur sahibi.
âyine:
ayna.
beyan etmek:
açıklamak, bil-
dirmek, izah etmek.
cazibedarâne:
çekici bir şe-
kilde, cezp edici bir hâlde.
cemal-i fıtrat:
yaratılıştaki gü-
zellik.
cilve-i esma:
Allah’ın isimleri-
nin varlıklardaki tecellisi, gö-
rüntüsü.
ehl-i takdir:
takdir edenler,
bir şeyin değerini biçenler.
ezcümle:
bu cümleden ola-
rak.
Fâtır-ı Zülcelâl:
sonsuz büyük-
lük sahibi ve benzeri olma-
yan şeyleri yaratan Allah.
hadsiz:
sınırsız, sonsuz.
hengâm:
zaman, sıra.
hususan:
bilhassa, özellikle.
iktiza etme:
gerektirme.
İlâhî:
Allah’la ilgili, Cenab-ı Hak-
ka dair.
ilânname-i hikmet:
Cenab-ı
Hakkın hikmetini gösteren va-
sıta.
imdat:
yardım.
itiraz:
kabul etmediğini belirt-
me, karşı çıkma.
kader:
Cenab-ı Hakkın takdir
ve tayin etmesi.
kâinat:
yaratılmış olan şeyle-
rin tamamı, bütün âlemler,
1.
Allah dilemiş, ne güzel yaratmış ne mübarek yaratmış!
2.
İman nurundan dolayı Allah’a hamd olsun.
1...,19,20,21,22,23,24,25,26,27,28 30,31,32,33,34,35,36,37,38,39,...1581
Powered by FlippingBook