Şualar - page 18

nihayatındaki cüz’iyatın simalarında temerküz eden cil-
ve-i esmada görünür.
Meselâ
, iktidarsız ve ihtiyârsız bir yavrunun imdadı-
na umulmadık bir yerden, yani kan ve fışkı ortasından,
beyaz, safî, temiz bir süt göndermek olan cüz’î fiil ise, tev-
hid nazarıyla bakıldığı vakit, birden bütün yavruların pek
çok harikulâde ve pek çok şefkatkârâne olan küllî ve umu-
mî iaşeleri ve validelerini onlara musahhar etmeleriyle,
rahmet-i rahman’ın cemal-i lâyezalîsi kemal-i şaşaa ile
görünür. eğer tevhid nazarıyla bakılmazsa, o cemal giz-
lenir ve o cüz’î iaşe dahi esbaba ve tesadüfe ve tabiata
havale edilir; bütün bütün kıymetini, belki mahiyetini kay-
beder.
Hem meselâ
, müthiş bir hastalıktan şifa bulmak,
eğer tevhid nazarıyla bakılsa, birden zemin denilen has-
tahane-i kübrada bulunan bütün dertlilere, âlem denilen
eczahane-i ekberden ilâçları ve dermanlarıyla şifa ihsan
etmek yüzünde, rahîm-i Mutlak’ın cemal-i şefkati ve
mehasin-i rahîmiyeti küllî ve şaşaalı bir surette görünür.
eğer tevhid nazarıyla bakılmazsa, o cüz’î fakat alîmâne,
basîrâne, şuurkârâne olan şifa vermek dahi, camit ilâçla-
rın hasiyetlerine ve kör kuvvete ve şuursuz tabiata veri-
lir; bütün bütün mahiyetini ve hikmetini ve kıymetini
kaybeder.
Bu makam münasebetiyle hatıra gelen bir salâvatın bir
nüktesini beyan ediyorum. Şöyle ki:
âlem:
dünya, cihan.
alîmâne:
ilmen bilerek.
basîrâne:
görerek, iç yüzünü gö-
rür şekilde.
camit:
ruhsuz, cansız.
cemal:
güzellik, Cenab-ı Hakkın
lütuf ve ihsanı ile tecellisi.
cemal-i lâyezalî:
zevali olmayan,
sonsuz güzellik.
cemal-i şefkat:
Cenab-ı Hakkın
şefkat ve merhametindeki güzel-
lik.
cilve-i esma:
Allah’ın isimlerinin
varlıklardaki tecellisi, görüntüsü.
cüz’î:
küçük, az.
cüz’iyat:
parçaya ait olan şeyler.
derman:
ilâç, çare.
eczahane-i ekber:
en büyük ec-
zane, kâinat.
esbap:
sebepler, vasıtalar.
fışkı:
taze hayvan gübresi.
fiil:
iş, hareket.
harikulâde:
görülmedik derece-
de, olağanüstü, mükemmel.
hasiyet:
hususî fayda, özellik.
hastahane-i kübra:
en büyük has-
tahane.
hatır:
zihin, fikir.
havale:
bir şeyi başkasının üstü-
ne bırakma.
hikmet:
İlâhî gaye, gizli sebep.
iaşe:
geçindirme, besleme, yaşat-
ma.
ihsan:
verilen, bağışlanan şey.
ihtiyarsız:
bir işi yapabilmek hu-
susunda iktidar ve gücün bulun-
maması.
iktidarsız:
güç yetirememe, bir işi
gerçekleştirecek derecede gücün
olmaması.
kemal-i şaşaa:
parlaklığın son de-
recesi, kusursuz parlaklık.
kıymet:
değer.
mahiyet:
bir şeyin aslı, esası, ne-
den ibaret olduğu.
mehasin-i rahîmiyet:
çok şefkatli
olan Allah’ın bahşettiği güzel-
likler.
meselâ:
örneğin.
musahhar etme:
boyun eğ-
dirme, birine bağlanma.
münasebet:
vesile, -dan do-
layı.
müthiş:
çok rahatsız eden, da-
yanılmaz, korkunç.
nazar:
bakış, fikir.
nihayat:
nihayetler, sonlar, ne-
ticeler.
nükte:
ince manalı, düşündü-
rücü söz.
rahîm-i Mutlak:
mutlak mer-
hamet sahibi olan Cenab-ı Hak.
rahmet-i rahman:
Rahman
olan Allah’ın rahmeti, yaratıl-
mışlara sonsuz şefkat ve mer-
hametle muamele eden Al-
lah’ın rahmeti.
safî:
saf olan, katışıksız, duru.
salâvat:
Hz. Muhammed’e rah-
met ve esenlik dileme, salât
ve selâm etme.
sima:
yüz, çehre.
suret:
biçim, görünüş.
şaşaalı:
parlak, gösterişli.
şefkatkârâne:
şefkatli ve mer-
hametli bir şekilde.
şifa:
bedenî ve ruhî bir hasta-
lığın son bulması, sağlığına ka-
vuşma.
şuurkârâne:
şuurluca, şuurlu
bir şekilde.
şuursuz:
idraksiz, bilgisiz.
tabiat:
maddî âlem.
temerküz:
bir merkezde top-
lanma.
tesadüf:
rastlantı, bir şeyin
kendiliğinden meydana gel-
mesi.
umumî:
herkese ait, genel.
valide:
ana, anne.
zemin:
yeryüzü.
i
kinci
Ş
ua
| 18 | Şualar
1...,8,9,10,11,12,13,14,15,16,17 19,20,21,22,23,24,25,26,27,28,...1581
Powered by FlippingBook