Sözler - page 965

O küreyvat-› hamra, yani yuvarlak k›rm›z› mevcut,
ona hakikat lisan›yla ve hikmet-i ‹lâhiye dili ile der: “Ben
yaln›z de¤ilim. E¤er sikkemiz ve memuriyetimiz ve niza-
mat›m›z bir olan kan ordusundaki bütün emsalime malik
olabilirsen; hem, gezdi¤imiz ve kemal-i hikmetle istih-
dam olundu¤umuz bütün hüceyrat-› bedene malik olacak
bir dakik hikmet ve azîm kudret sende varsa, göster ve
gösterebilirsen, belki senin davanda bir mana bulunabi-
lir. Hâlbuki, senin gibi sersem ve senin elindeki sa¤›r ta-
biat ve kör kuvvetle, de¤il malik olmak, belki zerre mik-
tar kar›flamazs›n. Çünkü, bizdeki intizam o kadar mü-
kemmeldir ki, ancak her fleyi görür ve iflitir ve bilir ve ya-
par bir Zat bize hükmedebilir. Öyle ise sus! Vazifem o ka-
dar mühim ve intizam o kadar mükemmeldir ki, senin
ile, senin böyle karma kar›fl›k sözlerine cevap vermeye
vaktim yok” der, onu tart eder.
Sonra, onu kand›ramad›¤› için, o müddei gider, be-
dendeki hüceyre tabir ettikleri menzilci¤e rast gelir. Fel-
sefe ve tabiat lisan›yla der: “Zerreye ve küreyvat-› ham-
raya söz anlatt›ramad›m. Belki sen sözümü anlars›n.
Çünkü, sen, gayet küçük bir menzil gibi, birkaç fleyden
yap›lm›fls›n. Öyle ise ben seni yapabilirim. Sen benim
masnuum ve hakikî mülküm ol” der.
O hüceyre ona cevaben, hikmet ve hakikat lisan›yla
der ki: “Ben, çendan küçücük bir fleyim, fakat pek büyük
vazifelerim, pek ince münasebetlerim ve bedenin bütün
hüceyrat›na ve hey’et-i mecmuas›na ba¤l› alâkalar›m var.
Ezcümle, evride ve flerayin damarlar›na ve hassase ve
SÖZLER | 965
O
TUZ
‹
K‹NC‹
S
ÖZ
hikmet:
sebep, fayda, gaye, s›r,
incelik.
hikmet-i ‹lâhiye:
Allah’›n hikme-
ti, dile¤i, gayeleri.
hüceyrat:
hücreler.
hüceyrat-› beden:
beden hücre-
leri.
hüceyre:
hücrecik.
hükmetmek:
emir ve karar ver-
mek.
intizam:
düzgünlük.
istihdam:
hizmet ettirme.
kemal-i hikmet:
mükemmel hik-
met ve gaye.
kudret:
kuvvet, iktidar.
küreyvat-› hamra:
kandaki alyu-
varlar.
lisan:
dil.
malik:
sahip.
mana:
anlam.
masnu:
sanatla yap›lm›fl, eser.
memuriyet:
emredileni yapma,
görev yerine getirme.
menzil:
yer, konaklama yeri.
müddei:
iddia sahibi, davac›.
mühim:
önemli.
mükemmel:
kusursuz.
mülk:
sahip olunan, üzerinde ta-
sarruf hakk› bulunan fley.
münasebet:
yak›nl›k, iliflki.
nizamat:
nizamlar, kanunlar.
sersem:
aptal, dengesiz.
sikke:
mühür, damga.
flerayin:
atardamarlar.
tabiat:
maddî âlem, yarat›lan efl-
ya.
tabir:
manas› olan söz, ifade.
vazife:
görev.
Zat:
azamet ve ululuk sahibi Al-
lah.
zerre:
maddenin en küçük parça-
s›.
alâka:
ilgi, ba¤.
azîm:
büyük, yüce.
beden:
vücut.
çendan:
gerçi.
dakik hikmet:
pek ince gaye
ve fayda.
dava:
iddia edilen konu, söz
konusu.
emsal:
benzer.
evride:
toplardamarlar.
ezcümle:
bu cümleden ola-
rak.
felsefe:
madde ve hayat›
bafllang›ç ve gaye bak›m›n-
dan inceleyen ilim.
gayet:
çok, son derece.
hakikî:
gerçek.
hassase:
hissedici duyu.
hey’et-i mecmua:
bütünün
gösterdi¤i hâl ve manzara.
hikmet:
her fleyin belirli ga-
yelere yönelik olarak, manal›,
faydal› ve tam yerli yerinde
olmas›.
1...,955,956,957,958,959,960,961,962,963,964 966,967,968,969,970,971,972,973,974,975,...1482
Powered by FlippingBook