umum tarihlerine geçse idi, o vakit sair hâdisat- semavi-
ye gibi, ya dava-i nübüvvete delil olmazd, risalet-i Ahme-
diyeye (a.s.m.) hususiyeti kalmazd, veyahut bedahet de-
recesinde öyle bir mucize olacakt ki, akl icbar edecek,
akln ihtiyarn elinden alacak, ister istemez nübüvveti
tasdik edecek; Ebu Cehil gibi kömür ruhlu, Ebu Bekir-i
Sddk gibi elmas ruhlu adamlar bir seviyede kalp, srr-
teklif zayi olacakt. flte bu sr içindir ki, hem anî, hem ge-
ce, hem vakt-i gaflet, hem ihtilâf- metâli, sis ve bulut gi-
bi sair mevanii perde ederek, umum âleme gösterilmedi,
veyahut tarihlere geçirilmedi.
Dördüncü Nokta
fiu hâdise, gece vakti herkes gaflette iken, anî bir su-
rette vuku buldu¤undan, etraf- âlemde elbette görülme-
yecek. Baz efrada görünse de, gözüne inanmayacak.
nandrsa da, elbette böyle mühim bir hâdise, haber-i va-
hit ile tarihlere bâkî bir sermaye olmayacak.
Baz kitaplarda Kamer iki parça olduktan sonra yere
inmifl ilâvesi ise, ehl-i tahkik reddetmifller, fiu mu'cize-i
bâhireyi kymetten düflürmek niyetiyle belki bir münafk
ilhak etmifl demifller.
Hem meselâ, o vakit, cehalet sisiyle muhat ngiltere,
spanyada yeni gurup; Amerikada gündüz; Çinde, Ja-
ponyada sabah oldu¤u gibi, baflka yerlerde baflka es-
bab- mâniaya binaen elbette görülmeyecek. fiimdi bu
aklsz muterize bak; diyor ki, ngiltere, Çin, Japon,
âlem:
dünya, cihan.
bâkî:
yok olmayan, sürekli ve ka-
lc olan.
bedahet:
açklk, aflikâr.
binaen:
-den dolay, -den ötürü.
cehalet:
bilmezlik, ilimden yok-
sun olma.
dava-i nübüvvet:
peygamberlik
davas, iddias.
delil:
rehber, do¤ru yolu göste-
ren, flahit,
Ebu Bekir-i Sddk:
bkz. fiahs Bil-
gileri.
Ebu Cehil:
bkz. fiahs Bilgileri.
efrat:
fertler, flahslar, kifliler.
ehl-i tahkik:
hakikatleri delilleri
ile bilen âlimler.
esbap:
nedenler, sebepler.
etraf- âlem:
dünya çevresi, dört
bir yan.
gaflet:
gafillik, bofl bulunma, dik-
katsizlik.
haber-i vahit:
bir, tek haber.
hâdisat- semaviye:
sonradan
olan, gökteki olaylar.
hâdise:
vaka, olay, haber.
hususiyet:
hususîlik, ayrc özel-
lik.
icbar:
zorlama, mecbur etme.
ihtilâf- metâli:
ayn do¤du¤u
yerlerin farkl oluflu.
ihtiyar:
seçme, tercih, irade.
ilhak:
ilâve etme, katma.
kamer:
ay.
mânia:
meneden fley, engel.
mevani:
mâniler, engeller.
mucize:
benzerini yapmaktan
insanlarn âciz kald¤ fley.
mucize-i bâhire:
parlak, apaçk
mucize.
muhat:
bir fleyin içinde bulunan,
ada.
muteriz:
karfl çkan, itirazc
münafk:
nifak sokan, iki yüz-
lülük eden, ara bozucu.
nübüvvet:
nebîlik, peygam-
berlik, Allahn elçili¤i,
risalet-i Ahmediye:
Peygam-
ber Efendimizin peygamberli-
¤i.
sair:
geçen; di¤er, baflka.
seviye:
düzey, de¤eri yüksek
olan.
suret:
flekil, biçim.
sr:
önemli, gerçek.
srr- teklif:
teklif srr, imti-
han srr.
tasdik:
do¤rulu¤unu kabul
etme, do¤rulama,
umum:
bütün, cümle, genel
olma.
vakit:
zaman.
vakt-i gaflet:
uyku vakti.
vuku:
meydana gelme, olufl.
zayi:
yitik, zarar.
958 | SÖZLER
O
TUZ
B
RNC
S
ÖZ