görülmek, umum tarihlere geçmek, elbette lâz›m de¤il-
dir. fiakk-› kamer yüzünden bu evham bulutlar›n› da¤›ta-
cak çok noktalardan flimdilik Befl Noktay› dinle.
Birinci Nokta
O zaman, o zemindeki küffar›n gayet fledit derecede
inatlar› tarihen malûm ve meflhur oldu¤u hâlde; Kur’ân-›
Hakîm’in,
1
o
ôn
ªn
? r
dG s
?n
°ûr
fGn
h
demesiyle flu vak’ay› umum âle-
me ihbar etti¤i hâlde, Kur’ân’› inkâr eden o küffardan
hiçbir kimse, flu ayetin tekzibine, yani ihbar etti¤i flu
vak’an›n inkâr›na a¤›z açmam›fllar. E¤er o zamanda o
hâdise, o küffarca kat’î ve vaki bir hâdise olmasa idi, flu
sözü serriflte ederek, gayet dehfletli bir tekzibe ve Pey-
gamberin iptal-i davas›na hücum göstereceklerdi. Hâlbu-
ki, flu vak’aya dair siyer ve tarih, o vak’a ile münasebet-
tar küffar›n adem-i vukuuna dair hiçbir fleyini nakletme-
mifllerdir. Yaln›z,
2
w
ôp
ªn
à°r
ùo
e l
ôr
ëp
°S Gƒ o
dƒo
?n
jn
h
ayetinin beyan et-
ti¤i gibi, tarihçe menkul olan fludur ki: O hâdiseyi gören
küffar “Sihirdir” demifller ve “Bize sihir gösterdi. E¤er
sair taraflardaki kervan ve kafileler görmüfllerse, hakikat-
tir; yoksa bize sihir etmifl” demifller. Sonra, sabahleyin
Yemen ve baflka taraflardan gelen kafileler ihbar ettiler
ki, “Böyle bir hâdiseyi gördük.” Sonra küffar, Fahr-i
Âlem (a.s.m.) hakk›nda, hâflâ, “Yetim-i Ebu Talip’in sih-
ri semaya da tesir etti” dediler.
adem:
yokluk, hiçlik.
adem-› vukuu
: olmad›¤›na dair,
olmad›¤›n› gösteren.
âlem:
dünya, cihan.
ayet:
Kur’ân’›n her bir cümlesi.
beyan:
anlatma, bildirme, izah
dair:
alâkal›, ait, ilgili.
Ebu Talip:
bkz. fiah›s Bilgileri.
evham:
vehimler, zanlar, kuflku-
lar.
Fahr-i Âlem:
bütün âlemin ken-
disiyle iftihar etti¤i Peygamber.
gayet:
çok, son derece.
hâdise:
vak›a, olay, haber.
hakikat:
gerçek, bir fleyin asl› ve
esas›.
hâflâ:
asla, kat’iyen.
ihbar:
haber verme, duyurma.
inkâr:
reddetme, tan›mama.
kafile:
birlikte yolculuk eden
topluluk.
kat’î:
kesin, flüphesiz.
kervan:
uzak yerlere yolcu ve ti-
carî eflya tafl›yan kafile.
Kur’ân-› Hakîm:
her ayet ve say›-
s›z hikmetler ve faydalar bulunan
Kur’ân.
küffar:
kâfirler, ‹slâmiyeti inkâr
edenler.
lâz›m:
gerek, gerekli, lüzumlu.
malûm:
bilinen, belli.
menkul:
nakledilen, tafl›n›p anla-
t›lan söz.
meflhur:
tan›nm›fl, ad› yayg›nl›k
kazanan.
münasebet:
uygunluk, ilgi.
peygamber:
haber getiren, Al-
lah’›n elçisi.
sair:
di¤er, baflka.
sema:
gökyüzü, gök.
serriflte:
ipucu, söyleyip durma,
bafla kakma.
siyer:
Peygamberimizin hayat›n›
konu alan ilim.
flakk-› kamer:
ay›n ikiye bölün-
mesi.
fledit:
fliddetli, sert, kat›.
tekzip:
yalanlama.
tesir:
etki, iz b›rakma.
umum:
bütün, genel.
vak’a:
vuku bulan, olay.
vaki:
gerçekleflmifl, olmufl,
olan.
vuku:
meydana gelme, olufl.
yetim:
ana babas› veya ba-
bas› ölmüfl çocuk.
zemin:
yer, yeryüzü.
1.
Ay yar›ld›. (Kamer Suresi: 1.)
2.
“Bu kuvvetli bir sihirdir” derler. (Kamer Suresi: 2.)
956 | SÖZLER
O
TUZ
B
‹R‹NC‹
S
ÖZ