Sözler - page 825

O iki adam, bu hâli görüyorlar. Sonra bak›yorlar ki,
uzakta binler müzeyyen saraylar, âlî kas›rlar görünüyor.
O saraylar›n ortalar›nda genifl tezgâhlar ve vüs’atli mey-
danlar vard›r. O iki adam, uzakl›k sebebiyle veyahut göz
zay›fl›¤› ile veya o saray›n sekenelerinin gizlenmesi sebe-
biyle; o saray›n sekeneleri, o iki adama görünmüyorlar.
Hem, flu periflan hanedeki flerait-i hayatiye, o saraylarda
bulunmuyor.
O vahflî, bedevî, hiç flehir görmemifl adam, bu esbaba
binaen görünmediklerinden ve buradaki flerait-i hayat
orada bulunmad›¤›ndan der: “O saraylar, sekenelerden
hâlîdir, bofltur; zîruh, içinde yoktur” der, vahfletin en ah-
makça bir hezeyan›n› yapar.
‹kinci adam der ki: “Ey bedbaht, flu hakir, küçük ha-
neyi görüyorsun ki, zîruh ile, amelelerle doldurulmufl; ve
biri var ki, bunlar› her vakit tazelendiriyor, istihdam edi-
yor. Bak, bu hane etraf›nda bofl bir yer yoktur, zîhayat
ve zîruh ile doldurulmufltur. Acaba hiç mümkün müdür
ki, flu uzakta bize görünen flu muntazam flehrin, flu hik-
metli tezyinat›n, flu sanatl› saraylar›n onlara münasip âlî
sekeneleri bulunmas›n? Elbette, o saraylar, umumen do-
ludur ve onlarda yaflayanlara göre baflka flerait-i hayati-
yeleri var. Evet, ot yerine belki börek yerler, bal›k yerine
baklava yiyebilirler. Uzakl›k sebebiyle veyahut gözünün
kabiliyetsizli¤i veya onlar›n gizlenmekli¤i ile sana görün-
memeleri, onlar›n olmamalar›na hiçbir vakit delil ola-
maz. Adem-i rü’yet, adem-i vücuda delâlet etmez. Gö-
rünmemek, olmamaya hüccet olamaz.”
SÖZLER | 825
Y
‹RM‹
D
OKUZUNCU
S
ÖZ
kabiliyet:
anlay›fl, yetenek.
kas›r:
köflk, saray.
muntazam:
düzenli.
münasip:
uygun.
müzeyyen:
süslenmifl, bezenmifl.
periflan:
da¤›n›k, kar›fl›k.
sekene:
sakin olan, oturan, yerli.
sakin olanlar, bir yerde yaflayan-
lar.
flerait-i hayat:
hayat flartlar›.
flerait-i hayatiye:
hayat flartlar›.
tezgâh:
dokuma aleti.
tezyinat:
süsler, süslemeler.
umumen:
bütün, genel.
vüs’at:
genifllik.
zîhayat:
hayat sahibi.
zîruh:
ruh sahibi.
adem-i rü’yet:
görme yoklu-
¤u, görememe.
adem-i vücut:
var olmamak,
bulunmamak.
âlî:
yüce, ulu.
bedbaht:
talihsiz, mutsuz.
bedevî:
göçebe, çölde yafla-
yan.
binaen:
-den dolay›.
delâlet:
delil olma, gösterme.
delil:
flahit, belge.
esbap:
nedenler, sebepler.
hakir:
hor ve de¤ersiz.
hane:
ev, mesken.
hezeyan:
saçma sapan ko-
nuflma.
hikmet:
kâinattaki ve yarat›-
l›fltaki ‹lâhî gaye.
hüccet:
delil, kan›t.
istihdam:
çal›flt›rma.
1...,815,816,817,818,819,820,821,822,823,824 826,827,828,829,830,831,832,833,834,835,...1482
Powered by FlippingBook