kabul etmiyorsun? Madem ki, Birinci Esasta ispat edildi-
¤i gibi, hayat mevcudatn keflflafdr, belki neticesidir,
zübdesidir; bütün ehl-i akl, mana-i melâikenin kabulün-
de manen müttefiktirler; ve flu zeminimiz, bu kadar zîha-
yat ve zîruhlarla flenlendirilmifltir; flu hâlde, hiç mümkün
olur mu ki, flu feza-i vesîa sekenelerden, flu semavat- lâ-
tife mutavattinînden hâlî kalsn?
Hiç hatrna gelmesin ki, flu hilkatte cari olan namus-
lar, kanunlar, kâinatn hayattar olmasna kâfi gelir. Çün-
kü, o cereyan eden namuslar, flu hükmeden kanunlar, iti-
barî emirlerdir, vehmî düsturlardr; ademî saylr. Onlar
temsil edecek, onlar gösterecek, onlarn dizginlerini el-
lerinde tutacak melâike denilen ibadullah olmazsa, o na-
muslara, o kanunlara bir vücut taayyün edemez, bir hü-
viyet teflahhus edemez, bir hakikat-i hariciye olamaz.
Hâlbuki, Hayat, bir hakikat-i hariciyedir; vehmî bir
emir, hakikat-i hariciyeyi yüklenemez.
Elhâsl
: Madem ehl-i hikmetle ehl-i din ve ashab- akl
ve nakil manen ittifak etmifller ki, mevcudat flu âlem-i
flahadete münhasr de¤ildir; hem, madem zahir olan
âlem-i flahadet camit ve teflekkül-ü ervaha nâmuvafk ol-
du¤u hâlde, bu kadar zîruhlarla tezyin edilmifl; elbette,
vücut ona münhasr de¤ildir. Belki, daha çok tabakat-
vücut vardr ki, âlem-i flahadet onlara nispeten münak-
kafl bir perdedir.
Hem madem, denizin bal¤a nispeti gibi, ervaha mu-
vafk olan âlem-i gayp ve âlem-i mana, ervahlar ile dolu
SÖZLER | 829
Y
RM
D
OKUZUNCU
S
ÖZ
hatrna gelmek:
aklna, hayaline
gelmek.
hayat:
canllk, dirilik.
hayattar:
canl, yaflayan.
hilkat:
yaratlfl.
hükmeden kanunlar:
geçerli
olan hükümler, yasalar.
hüviyet:
mahiyet, kimlik.
ibadullah:
Allahn kullar.
ispat:
kantlama.
itibarî emir:
gerçekte vücudu ol-
mayp, fakat var saylan ifl, olgu,
kanun, esas.
ittifak:
birleflme, birlik.
kâfi:
yeterli.
kâinat:
bütün âlemler, tüm var-
lklar.
keflflaf:
keflfeden.
mana-i melâike:
meleklerin ma-
nas, iç yüzü.
manen:
manaca, anlamca, mane-
vî yönden.
melâike:
melekler.
mevcudat:
tüm varlklar; varlk-
lar.
mutavattinîn:
vatan edinenler,
yurt edinenler.
muvafk:
uygun.
münakkafl:
nakfll.
münhasr:
mahsus, snrl.
müttefik:
birleflmifl.
namus:
kanun, kural.
nâmuvafk:
uygun olmayan.
netice:
sonuç.
nispet:
iliflki, alâka, ba¤.
nispeten:
kyasla, oranla, göre.
sekene:
sakin olan, oturan, yerli.
semavat- lâtife:
ince güzel gök
âlemi.
taayyün:
belirlenme.
tabakat- vücut:
vücut, varlk ta-
bakalar.
temsil etmek:
adna hareket et-
mek.
teflahhus:
flahslanma, ayrt edil-
me, belirlenme.
teflekkül-ü ervah:
ruhlarn flekil-
lenmesi, oluflumu.
tezyin:
süsleme, donatma.
vehmî:
aslnda var olmad¤ hâl-
de varmfl gibi kabul edilen.
vücut:
var olma, varlk.
zahir:
görünen.
zemin:
yer, yeryüzü.
zîhayat:
hayat sahibi.
zîruh:
ruh sahibi, canl.
zübde:
bir fleyin özü, seçkin ks-
m.
ademî:
yoklu¤a ait, yok olan.
âlem-i gayp:
gayp âlemi, gö-
rünmeyen derunî âlem.
âlem-i mana:
manevî olarak
bilinen âlem.
âlem-i flahadet:
gözle gördü-
¤ümüz âlem, kâinat.
ashab- akl ve nakil:
akl ve
nakil (kitap, sünnet ve di¤er
nakiller) sahibi kimseler.
camit:
ruhsuz, cansz.
cari:
geçerli, yürürlükte olan.
cereyan:
bir yöne do¤ru ak-
ma, akfl.
dizgin:
yönetim, idare.
düstur:
kural, prensip, esas.
ehl-i akl:
akl sahibi kimse-
ler.
ehl-i din:
dinine ba¤l, dindar
olanlar.
ehl-i hikmet:
bilim adamlar,
felsefeciler.
elhâsl:
sonuç olarak, özetle.
ervah:
ruhlar, canlar.
esas:
asl, temel.
feza-i vesîa:
genifl gökyüzü.
hakikat-i haricîye:
dfl dün-
yada, gözle görülebilen ger-
çek.
hâli:
bofl.