o kadar tenasüple birbirine uygun, birbirine lây›k, birbi-
rini k›rmayacak, birbirinin hükmünü bozmayacak, birbi-
rinden tevahhufl etmeyecek bir surette o hakaik-› esma
ve s›fât› ve fluun ve ef’ali beyan eder ki, bütün ehl-i keflif
ve hakikat ve daire-i melekûtta cevelân eden bütün
ashab-› irfan ve hikmet, o beyanat-› Kur’âniyeye karfl›
1
$G n
¿
Én
ër
Ñ°o
S
deyip, “Ne kadar do¤ru, ne kadar mutab›k,
ne kadar güzel, ne kadar lây›k” diyerek tasdik ediyorlar.
Meselâ, bütün daire-i imkân ve daire-i vücuba bakan,
hem o iki flecere-i azîmenin bir tek dal› hükmünde olan
iman›n erkân-› sittesi ve o erkân›n dal ve budaklar›n›n en
ince meyve ve çiçekleri aralar›nda o kadar bir tenasüp
gözetilerek tasvir eder ve o derece bir muvazenet sure-
tinde tarif eder ve o mertebe bir münasebet tarz›nda iz-
har eder ki, akl-› befler idrakinden âciz ve hüsnüne karfl›
hayran kal›r. Ve o iman dal›n›n buda¤› hükmünde olan
‹slâmiyetin erkân-› hamsesi aralar›nda ve o erkân›n tâ en
ince teferruat›, en küçük adab› ve en uzak gayat› ve en
derin hikemiyat› ve en cüz’î semerat›na var›ncaya kadar
aralar›nda hüsnütenasüp ve kemal-i münasebet ve tam
bir muvazenet muhafaza etti¤ine delil ise, o Kur’ân-› ca-
miin nusus ve vücuhundan ve iflarat ve rumuzundan ç›-
kan fleriat-› kübra-i ‹slâmiyenin kemal-i intizam› ve mu-
vazeneti ve hüsnütenasübü ve resaneti, cerh edilmez bir
flahid-i âdil, flüphe getirmez bir bürhan-› kàt›d›r.
Demek oluyor ki, beyanat-› Kur’âniye, beflerin ilm-i
cüz’îsine, bahusus bir ümmînin ilmine müstenit olamaz;
SÖZLER | 707
Y
‹RM‹
B
Efi‹NC‹
S
ÖZ
do¤ruyu bulan kimseler.
ehl-i keflif:
baz› s›rlar›, Cenab-›
Hakk›n lütuf ve ihsan› ile bilen
velîler.
erkân:
rükünler, esaslar.
erkân-› hamse:
befl esas.
erkân-› sitte:
alt› esas.
gayat:
gayeler.
hakaik-› esma:
isimlerin hakikat-
leri.
hakaik-› s›fât:
s›fatlar›n hakikati
hayran:
çok be¤enen.
hikemiyat:
her fleyin belirli gaye-
lere yönelik olarak, manal›, fay-
dal› ve tam yerli yerinde olmas›.
hüküm:
de¤er, yerinde; karar.
hüsnütenasüp:
uygunlu¤un gü-
zelli¤i.
hüsün:
güzellik.
idrak:
anlay›fl.
ilim:
bilgi.
ilm-i cüz’î:
çok az ilim.
iman:
inanma.
‹slâmiyet:
semavî dinlerin so-
nuncusu.
iflarat:
iflaretler.
izhar:
gösterme.
kemal-i intizam:
mükemmel dü-
zen.
kemal-i münasebet:
tam bir mü-
nasebet; afl›r› derecede ilgili ve
ba¤l› olufl.
kudret:
kuvvet, iktidar.
Kur’ân-› cami:
her fleyi içinde
toplayan Kur’ân.
lây›k:
yak›fl›r, münasip.
mertebe:
derece.
muhafaza:
koruma.
mutab›k:
uygun.
muvazenet:
dengelenme; den-
geli olma.
münasebet:
uygunluk.
müstenit:
dayanm›fl.
nusus:
naslar, aç›k ve kesin dinî
deliller.
resanet:
sa¤laml›k.
rumuz:
manas› gizli olan iflaret-
ler.
semerat:
semereler, neticeler.
suret:
biçim, görünüfl.
flahid-i âdil:
adaletli flahit.
flecere-i azîme:
büyük a¤aç.
fleriat-i kübra-i ‹slâmiye:
büyük
‹slam fleriat›.
fluun:
yeni ç›kan ifller, olaylar.
tarif:
tan›tmak.
tarz:
biçim, suret.
tasdik:
do¤rulu¤unu kabul etme.
tasvir:
bir fleyi çeflitli ifade tarzla-
r›yla anlatma.
teferruat:
ayr›nt›lar.
tenasüp:
uygunluk.
tevahhufl:
yaln›zlaflma, yabanc›-
laflma.
ümmî:
okuma yazmas› olmayan.
vücuh:
yönler.
âciz:
zay›f, güçsüz.
adap:
davran›fl kaideleri, usul.
akl-› befler:
insan akl›.
ashab-› irfan ve hikmet:
tec-
rübe ve zekâdan ileri gelen
kemal ve hikmet sahipleri.
bahusus:
özellikle.
befler:
insanl›k.
beyan:
anlatma, bildirme.
beyanat-›
Kur’âniye:
Kur’ân’›n anlat›mlar›, bildir-
meleri.
bürhan-› kàt›:
kesinleflmifl
deliller.
cerh:
bir iddiay›, bir fikri çü-
rütme.
cevelân:
dolaflma.
cüz’î:
küçük, az.
daire-i imkân:
imkân âlemi,
kâinat.
daire-i melekût:
melekût da-
iresi.
daire-i vücup:
hiçbir zaman
de¤iflmeyen âlemler.
dane:
tane, çekirdek.
delil:
bir davay›, meseleyi is-
pata yarayan fley, bürhan.
derece:
mertebe, ölçü.
ef’al:
fiiller.
ehl-i hakikat:
hakikat ve
1.
Allah her türlü noksan s›fatlardan münezzehtir.