‹flte flu on iflarat-› i’caziyeden anla ki, ayetlerin hati-
melerindeki fezlekelerde, çok reflahat-› hidayetiyle be-
raber çok lemaat-› i’caziye vard›r ki, büle¤alar›n en
büyük dâhîleri flu bedî üslûplara karfl›, kemal-i hayret ve
istihsanlar›ndan, parma¤›n› ›s›rm›fl, duda¤›n› difllemifl,
1
m
ön
ûn
H o
?n
Ón
c Gn
ò'
g Én
e
demifl;
2
?'
Mƒo
j l
»r
Mn
h s
’p
G n
ƒo
g r
¿p
G
’ya hakkal-
yakîn olarak iman etmifller. Demek baz› ayette, bütün
mezkûr iflaratla beraber, bahsimize girmeyen çok mezâ-
yâ-i aheri de tazammun eder ki, o mezâyân›n icma›nda
öyle bir nakfl-› i’caz görünür ki, kör dahi görebilir.
‹kinci fiulenin Üçüncü Nuru
fiudur ki: Kur’ân, baflka kelâmlarla kabil-i k›yas ola-
maz. Çünkü, kelâm›n tabakalar›, ulviyet ve kuvvet ve
hüsnücemal cihetinden dört menba› var: Biri mütekel-
lim, biri muhatap, biri maksat, biri makamd›r. Ediplerin,
yanl›fl olarak, yaln›z makam gösterdikleri gibi de¤ildir.
Öyle ise, sözde, “Kim söylemifl? Kime söylemifl? Ne için
söylemifl? Ne makamda söylemifl?” ise bak, yaln›z söze
bak›p durma. Madem kelâm, kuvvetini, hüsnünü bu dört
menbadan al›r; Kur’ân’›n menba›na dikkat edilse,
Kur’ân’›n derece-i belâgati, ulviyet ve hüsnü anlafl›l›r.
Evet, madem kelâm, mütekellime bak›yor; e¤er o ke-
lâm emir ve nehiy ise, mütekellimin derecesine göre ira-
de ve kudreti de tazammun eder. O vakit, söz mukave-
metsûz olur, maddî elektrik gibi tesir eder; kelâm›n ulvi-
yet ve kuvveti o nispette tezayüt eder.
SÖZLER | 697
Y
‹RM‹
B
Efi‹NC‹
S
ÖZ
edip:
edebiyatç›.
fezleke:
netice, özet.
hakkalyakîn:
bir fleyi yaflayarak
ve do¤rulu¤undan flüphe etme-
yecek derecede bilme.
hatime:
son, bitifl.
hüsnücemal:
yüz güzelli¤i.
hüsün:
güzellik.
icma:
toplanma, toplam.
iman:
inanma, tasdik.
irade:
dileme, isteme.
istihsan:
be¤enme.
iflarat:
iflaretler.
iflarat-i i’caziye:
mu’cizelik ifla-
retleri.
kabil-i k›yas:
k›yaslanabilir.
kelâm:
söz, lâf›z.
kemal-i hayret:
çok fazla flaflk›n-
l›k.
kudret:
kuvvet, iktidar.
kuvvet:
tesir kudreti, etkileme
gücü.
lemaat-i i’caziye:
mu’cizelik pa-
r›lt›lar›.
maddî:
madde ile alâkal›.
makam:
durulan yer, mevki.
maksat:
gaye.
menba:
kaynak.
mezâyâ:
meziyetler, üstün özel-
likler.
mezâyâ-i aheri:
di¤er meziyetler,
üstün özellikler.
mezkûr:
ad› geçen.
muhatap:
konuflulan kimse.
mukavemetsûz:
dayanmay› te-
sirsiz hale koyan.
mütekellim:
konuflan.
nakfl-› i’caz:
mu’cizelik nakfl›.
nehiy:
yasaklama.
nispet:
ölçü, oran.
nur:
par›lt›, ›fl›k.
reflahat-› hidayet:
hidayet s›z›n-
t›lar›.
flule:
alev.
tabaka:
kat, katman.
tazammun:
içine alma.
tesir:
iz b›rakma.
tezayüt:
artma.
ulviyet:
ulvîlik, yücelik.
üslûp:
ifade tarz›.
vakit:
zaman.
ayet:
Kur’ân’›n her bir cümle-
si.
bahis:
mevzu, konu.
bedî:
eflsiz güzel.
büle¤a:
edebiyatç›lar.
cihet:
yön.
dahi:
son derece zeki, anla-
y›fll›, uyan›k.
derece:
mertebe.
derece-i belâgat:
düzgün,
kusursuz, yerinde ve güzel
söz söylemenin derecesi.
1.
Bu hiçbir beflerin sözü olamaz.
2.
O ancak kendisine vahyolunan› söyler. (Necm Suresi: 4.)