cevherler, buldu¤u elmas›n tâbileridir, fusûs ve nukufllar›-
d›r. Bir k›sm›n›n da kürevî bir yakut eline geçer, baflkas›
murabba bir kehribar bulur ve hakeza, her biri, eliyle
gördü¤ü cevheri o hazinenin asl› ve mu’zam› itikat edip,
iflittiklerini o hazinenin zevait ve teferruat› zanneder. O
vakit hakaik›n muvazenesi bozulur, tenasüp de gider.
Çok hakikatin rengi de¤iflir. Hakikatin hakikî rengini
görmek için tevilâta ve tekellüfata muztar kal›r; hatta,
bazen inkâr ve ta’tîle kadar giderler. Hükema-i ‹flrakiyyu-
nun kitaplar›na ve sünnetin mizan›yla tartmay›p keflfiyat
ve meflhudat›na itimat eden mutasavv›fînin kitaplar›n› te-
emmül eden, bu hükmümüzü bilâflüphe tasdik eder. De-
mek, hakaik-› Kur’âniyenin cinsinden ve Kur’ân’›n der-
sinden ald›klar› hâlde—çünkü Kur’ân de¤iller—böyle na-
k›s geliyor.
Bahr-i hakaik olan Kur’ân’›n ayetleri dahi o deniz için-
deki definenin bir gavvas›d›r. Lâkin, onlar›n gözleri aç›k;
defineyi ihata eder, definede ne var ne yok görür. O de-
fineyi öyle bir tenasüp ve intizam ve insicamla tavsif
eder, beyan eder ki, hakikî hüsnücemali gösterir.
Meselâ, ayet-i
o
äGn
ƒ'
ª° s
ùdGh p
án
ª'
«p
? r
dG n
?r
ƒn
j o
¬o
à°n
†r
Ñn
b Ék
©«/
ªn
L ¢ o
V r
Qn
’r
Gn
h
1
p
Öo
à`o
µ r
?p
d pq
?p
épq
°ùdG pq
»n
£n
c n
ABÉ n
ª° s
ùdG …p
ƒ r
£n
f n
? r
ƒn
j @ /
¬p
æ«/
ªn
«p
H l
äÉs
jp
ƒ r
£n
e
ifa-
de ettikleri azamet-i rububiyeti gördü¤ü gibi,
…/
òs
dG n
ƒo
g
2
@ p
ABÉ n
ª°s
ùdG ?p
a n
’n
h ¢p
Vr
Qn
’r
G ?p
a l
Ar
Àn
T p
¬r
«n
?n
Y ?'
Ør
în
j n
’ %G s
¿
p
G
n
l
òp
N'
G ƒo
g s
’ p
G m
á s
H B G n
O r
øp
e Én
e
3
@ o
ABÉ°n
ûn
j n
?r
«n
c p
?Én
Mr
Qn
’r
G p
‘ r
º o
c
o
Qp
q
ƒn
°üo
j
ayet:
Kur’ân’›n her bir cümlesi.
azamet-i rububiyet:
Allah’›n ter-
biye edicili¤inin büyüklü¤ü.
bahr-i hakaik:
apaç›k hakikatler
denizi.
bilâflüphe:
flüphesiz.
cevher:
elmas, de¤erli tafl.
cins:
nevi’.
define:
hazine.
elmas:
k›ymetli bir mücevher.
fusûs:
yüzük tafllar›.
gavvas:
dalgݍ.
hakaik:
hakikatler, gerçekler.
hakaik-i Kur’âniye:
Kur’ân’›n ha-
kikatleri.
hakeza:
bunun gibi.
hakikat:
gerçek.
hakikî:
gerçek.
hazine:
define.
hükema-i ‹flrakiyyun:
bilgiye,
ancak kalbin sezgileriyle ulafl›la-
bilece¤ini savunan felsefe ak›m›-
n›n filozoflar›.
hüküm:
karar.
hüsnücemal:
yüz güzelli¤i.
ifade:
anlatma, ders verme.
ihata:
kuflatma.
inkâr:
reddetme, inanmama.
insicam:
birbiriyle uyuflma, tutar-
l›l›k.
intizam:
düzgünlük, tertipli olma.
itikat:
inanma.
itimat:
güvenme.
kehribar:
aç›k sar›dan k›z›la ka-
dar tüm renklerde, yar› saydam,
kolay k›r›l›r maden.
keflfiyat:
keflifler, bulup meyda-
na ç›kar›lan fleyler.
kürevî:
yuvarlak, küre fleklinde.
lâkin:
fakat.
meselâ:
misal olarak.
meflhudat:
görünenler.
mizan:
terazi, ölçü.
murabba:
dört köfleli.
mutasavv›fîn:
tasavvuf ehli olan-
lar.
muvazene:
denge.
mu’zam:
en büyük k›s›m.
muztar:
mecbur, zorlanm›fl.
nak›s:
noksan, eksik.
nukufl:
nak›fllar.
sünnet:
Hz. Muhammed’in
(a.s.m.) Kur’ân d›fl›nda, Müslü-
manlara örnek olan mübarek
söz, fiil ve emirleri.
tâbi:
ba¤lanan, uyan.
tasdik:
do¤rulu¤unu kabul
etme.
ta’tîl:
Allah’›n s›fatlar›n› inkâr
etme.
tavsif:
vas›fland›rma.
teemmül:
etrafl›ca düflünme.
teferruat:
ayr›nt›lar.
tekellüfat:
tekellüfler, zorluk-
lara katlanmalar.
tenasüp:
uygunluk.
tevilât:
teviller, yorumlar.
vakit:
zaman.
yakut:
fleffaf k›ymetli tafl.
zan:
sanma.
zevait:
fazla fleyler.
1.
K›yamet gününde yeryüzü bütünüyle Onun tasarrufundad›r; gökler de Onun kudretiyle dü-
rülmüfltür. (Zümer Suresi: 67.) • O gün semay›, kitap sayfalar›n› dürer gibi düreriz. (Enbiya Su-
resi: 104.)
2.
Ne yerde ve ne de gökte hiçbir fley Allah’tan gizli kalmaz. (Âl-i ‹mran Suresi: 5.)
3.
Annelerinizin rahimlerinde size diledi¤i gibi bir suret veren Odur. (Âl-i ‹mran suresi: 6.)
714 | SÖZLER
Y
‹RM‹
B
Efi‹NC‹
S
ÖZ