Sözler - page 724

ve telâhuk-u efkâr ile terakki eden milyonlar Arabî kitap-
lar ortada geziyor. Hiç birisi ona yetiflemedi¤ini, hatta en
âmî adam dahi dinlese, elbette diyecek: “Bu Kur’ân,
bunlara benzemez ve onlar›n mertebesinde de¤il. Ya
onlar›n alt›nda veya umumunun fevkinde olacak.” Umu-
munun alt›nda oldu¤unu, dünyada hiçbir fert, hiçbir
kâfir, hatta hiçbir ahmak diyemez. Demek, mertebe-i
belâgati umumun fevkindedir. Hatta bir adam,
1
¢p
V r
Qn
’r
G n
h p
äGn
ƒ'
ª°s
ùdG p
Én
e ! n
ís
Ñ°n
S
ayetini okudu, dedi: “Bu-
nun harika telâkki edilen belâgatini göremiyorum.”
Ona denildi: “Sen dahi bu seyyah gibi o zamana git,
orada dinle.”
O da, kendini Kur’ân’dan evvel orada tahayyül eder-
ken gördü ki, mevcudat-› âlem periflan, karanl›kl›, camit
ve fluursuz ve vazifesiz olarak, hâlî, hadsiz, hudutsuz bir
fezada, karars›z, fânî bir dünyada bulunuyorlar. Birden,
Kur’ân’›n lisan›ndan bu ayeti dinlerken gördü: Bu ayet,
kâinat üstünde, dünyan›n yüzünde öyle bir perde açt› ve
›fl›kland›rd› ki, bu ezelî nutuk ve sermedî ferman, as›rlar
s›ralar›nda dizilen zîfluurlara ders verip gösteriyor ki; bu
kâinat, bir cami-i kebir hükmünde baflta semavat ve arz
olarak umum mahlûkat, hayattarâne zikir ve tesbihte ve
vazifeler bafl›nda cûfluhuruflla mes’udâne ve memnunâne
bir vaziyette bulunuyor, diye müflahede etti. Ve bu aye-
tin derece-i belâgatini zevk ederek, sair ayetleri buna
k›yasla, Kur’ân’›n zemzeme-i belâgati arz›n n›sf›n› ve
nev-i beflerin humsunu istilâ ederek, haflmet-i saltanat›
ahmak:
budala.
âmî:
cahil.
Arabî:
Arapçaya ait.
arz:
yer, dünya.
as›r:
zaman, yüzy›l.
ayet:
Kur’ân’›n her bir cümlesi.
belâgat:
sözün düzgün, kusursuz,
yerinde ve makam›n icab›na göre
söylenmesi.
cami-i kebir:
büyük cami.
camit:
ruhsuz, kat›.
cûfluhurufl:
coflup taflma.
derece-i belâgat:
belâgat dere-
cesi.
evvel:
önce.
ezelî:
öncesiz, bafllang›çs›z.
fânî:
geçici.
ferman:
emir, buyruk.
fert:
flah›s, kifli.
fevk:
üst.
feza:
ucu buca¤› bulunmayan
boflluk.
hadsiz:
s›n›rs›z.
hâlî:
bofl.
harika:
ola¤anüstü.
haflmet-i saltanat:
sultanl›¤›n ih-
tiflam›.
hayattarâne:
canl› bir flekilde.
hudut:
s›n›rlar.
hums:
beflte bir.
hüküm:
de¤er, yerinde.
istilâ:
ele geçirme, kaplama.
kâfir:
Allah’a ve dine inanmayan.
kâinat:
evren, bütün âlemler,
varl›klar.
karars›z:
yerinde durmayan.
k›yas:
karfl›laflt›rma.
lisan:
dil.
mahlûkat:
Allah taraf›ndan yara-
t›lanlar.
memnunâne:
memnun bir flekil-
de.
mertebe:
derece.
mertebe-i belâgat:
belâgat dere-
cesi.
mes’udâne:
mutluca.
mevcudat-› âlem:
âlemdeki var-
l›klar.
müflahede:
gözlemleme, seyret-
me.
nev-i befler:
insan nev’i.
n›sf:
yar›.
nutuk:
konuflma.
perde:
örtü.
periflan:
da¤›n›k, kar›fl›k.
sair:
di¤er, öteki.
semavat:
gökler.
sermedî:
daimî.
seyyah:
yolcu, gezgin.
fluur:
anlay›fl, idrak.
tahayyül:
hayalinde canland›r-
ma.
telâhuk-u efkâr:
fikirlerin birbiri-
ne eklenmesi.
telâkki:
kabul etme.
terakki:
ilerleme, yükselme.
tesbih:
Allah’› bütün kusur ve
noksan s›fatlardan uzak tut-
ma.
umum:
bütün; hepsi.
vazife:
görev.
vaziyet:
durum.
zemzeme-i belâgat:
maksa-
da uygun, öz söz söylemek-
ten kaynaklanan na¤me.
zevk:
tatma, haz.
zikir:
Allah’› anma.
zîfluur:
fluur sahibi.
1.
Göklerde ve yerde ne varsa, Allah’› tesbih eder. (Hadid Suresi: 1.)
724 | SÖZLER
Y
‹RM‹
B
Efi‹NC‹
S
ÖZ
1...,714,715,716,717,718,719,720,721,722,723 725,726,727,728,729,730,731,732,733,734,...1482
Powered by FlippingBook